10- 15 Temmuz darbe girişiminin Cemaat tarafından yapılmadığını ispatlayan
yüzlerce somut veri ve bunların sistematik analizi.
1. Darbe girişimine katılmadığı bilindiği halde
‘FETÖCÜ/DARBECİ’ iftirasıyla tutuklanan komutanlar
1.4. İstanbul Savcılığı: Cemaatçi 47 Albay’dan
sadece 2’si darbeye katılmış. 11
1.9. Korg. Metin İyidil’in Etimesgut’ta
darbecilerle mücadele ettiği halde tutuklanması 15
1.10. Darbecilerle Mücadele eden Korg. Hüseyin
Demirarslan’ın tutuklanması 16
1.14. Darbe gecesi hastanede yatmakta olan Tuğgeneral
Mustafa Doğru’nun tutuklanması 18
1.16. Darbeyi AKP’li bakanlara haber veren bir
Albay’ın “FETÖCÜLÜK” iddiasıyla tutuklanması 19
1.21.Darbeye karşı koymasına rağmen ‘FETÖCÜ’ denilerek
atılan emniyet müdürü. 22
2. YURTA SULH KONSEYİ neden kapsamlı şekilde
araştırılmadı ve gündemden düşürüldü?. 22
2.2. Ve Devlet Bahçeli dayanamayıp “Nerede bu
Yurtta Sulh Konseyi?” diye sorar. 23
2.3. Savcılık nasıl olduysa 8 ay sonra Yurtta Sulh
Konseyini buluverir. 24
2.4. Yurtta Sulh Konseyi TBMM Darbe Araştırma
Komisyonu’nda neden sorgulanmadı?. 25
3.1.1. Odatv yazarı Müyeser Yıldız yukarıdaki
bilgileri verdikten sonra şunları belirtiyor: 26
3.8. Adil Öksöz gözaltındayken kendi cep telefonunu
kullanarak arama yapmış. 29
3.9. Tanıklar Adil Öksüz’ün karakolda rahat olduğunu
söylüyor 29
3.18. AKP’li yetkililer de Sarıkoca’nın Adil
Öksüz’le görüşmesine anlam verememiş (!) 33
3.20. Sarıkoca olayı neden 11 ay sonra medyaya
yansıdı?. 33
3.27. Adil Öksüz arandığı sırada bankadan para çekmiş.
36
6.1. MİT/Devlet darbe girişimini saat kaçta öğrendi 39
6.3. Diyanet İşleri Başkanı MİT Karargahındayken
darbeyi eşinden gelen telefonla öğreniyor !!! 40
6.4. Başbakan saat 22:40 civarında Hakan Fidan’ı
arıyor ama Fidan ona Darbe olduğunu söylemiyor. 40
6.5. Erdoğan: “Darbeyi saat 4:00’da Eniştemden
öğrendim” (REUTERS Röportajı, 21 Temmuz 2016) 40
6.6. Erdoğan “Darbeyi 21.30’da Ziya Eniştemden
öğrendim” (A Haber Röportajı, 30 Temmuz 2016) 41
6.8. Erdoğan : “Darbe gecesi torunuma Kur’an
öğrettim”. 42
6.9. Efkan Ala: “Erdoğan saat 23:00 civarında
havadaydı”. 42
6.11. Binali Yıldırım: “Darbeyi eşimizden dostumuzdan
öğrendik.”. 42
7. Org. HULUSİ AKAR’ın gerçeğe aykırı ifadeleri ve
açıklanamayan tutum ve davranışları 42
7.5. Şamil Tayyar: “Hulusi Akar yalan söylüyor”. 46
8. Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Abidin Ünal’ın
açıklanamayan söz ve tutumları 46
8.1. Önce darbeyi Eşinden öğrendiğini söylüyor 46
8.2. 3 gün sonra darbeyi uçuş yasağı üzerine
öğrendiğini söylüyor 47
8.3. Darbeyi öğrendikten sonra hiçbir tedbir almayıp
düğüne devam ediyor 47
8.5. Erken müdahaleyi engelliyor 47
9. Cemaat Mensubu Kaç Asker Darbeye Katıldı?. 49
9.2.1. Muharrem Köse, darbe gecesi saat 3:00 da
“FETÖCÜ” ilan ediliyor 50
9.2.2. Saray medyası Muharrem Köse’yi darbenin
planlayıcısı olarak lanse ediyor 50
9.2.3. İhracı beklenen Köse, her nasılsa Genelkurmay
emrine atanır 52
9.2.4. Muharrem Köse hakkında dava dosyasında yer alan
akla ziyan “deliller”. 52
9.3. Albay Mehmet Oğuz Akkuş. 53
9.4.4. Saray medyası da hemen Akın Öztürk’ü “FETÖCÜ ve
darbenin lideri ilan eder. 55
9.4.5. Yandaş gazeteci Cem Küçük: “Akın Öztürk
“FETÖCÜ” değil”. 58
9.5. Tuğ. Gen. Hakan Evrim.. 58
9.6. Hulusi Akar’ın emir subayı Yarbay Levent Türkkan.
59
9.7. Yoğun işkence nedeniyle darbeci askerlerin
ifadeleri gerçeklikten uzak. 59
10- Cemaat Mensubu Kaç Sivil Darbeye Katıldı?. 61
10.1. ‘FETÖ Darbesi’ yakıştırması yapanlara 3 soru: 61
10.2. Cemaat, darbeye destek verseydi buna ilişkin
somut veriler ortalığa saçılırdı 62
10.3. Cemaatçi olduğu ve darbe gecesi sahada
yakalandığı iddia edilen sivil kişi sayısı kaç?. 62
10.4. Cemaat mensuplarının darbeye bireysel katılması
ne anlama gelir?. 63
11. Erdoğan 15 Temmuz gecesi hangi delile veya bilgiye
istinaden fail ‘Paralel Yapı’ dedi?. 63
14. Cemaat Neden Darbe Yapmaz? 3 Cevap. 65
GİRİŞ
15 Temmuz darbe girişiminin Cemaat
tarafından yapıldığını kabul etmek için mantık gereği aşağıdaki iki durumun
gerçekleşmiş olması gerekir:
1- Darbe talimatının açık veya
örtülü şekilde Gülen veya cemaat yönetimindeki kişiler tarafından verilmiş
olması ve
2- Bu talimatı alan Cemaatle irtibatlı
asker ve polislerin tamamının veya önemli bir kısmının darbeye katılması
gerekir.
Yani eğer;
1- Darbe talimatının Gülen veya
cemaat yönetimindeki kişiler tarafından verildiği ispatlanmamışsa (bu noktada
bu çalışmada Adil Öksüz’ün MİT’le irtibatına ilişkin kanıtlar bu raporda
irdelenmiştir),
2- Cemaatle irtibatlı asker ve
polislerin (Adil Öksüz tarafından tuzağa çekilen küçük bir grup dışında)
darbeye katılmadığı ortaya çıkarsa bu darbe girişimini Cemaatin
gerçekleştirdiği ileri sürülemeyecektir.
Somut verilere dayanılan ve veri
kaynakları gösterilen bu çalışmada, yukarıdaki iki husus başta olmak üzere
onlarca olgu kapsamlı şekilde ele alınarak “Darbeyi Cemaat mi yaptı?” sorusuna
cevap aranmıştır.
Çalışmanın ilgili bölümlerinde detaylı
şekilde irdelenmiş olsa da burada yukarıdaki iki temel olgu hakkındaki bazı
gerçekleri özet şekilde aşağıda dikkatinize sunuyorum:
1- TBMM Darbe Araştırma Komisyonu,
AKP’nin üye vermemesi nedeniyle darbe girişiminden tam 75 gün sonra
toplanmıştır. Komisyon üyeleri ısrarla talepte bulunsa da komisyonun AKP’li
başkanı Reşat Petek, Genelkurmay Başkanı, Mit Müsteşarı, kuvvet komutanları,
darbeye katılan subaylar ve Yurtta Sulh Konseyi gibi işin merkezindeki kişileri
davet etmemiş ve darbeci askerlerin bağlantılarını ortaya çıkarmayı sağlayacak
HTS raporlarının incelenmesi talebini reddetmiştir. Komisyon başkanı bunun
yerine Gazeteci Fehmi Koru, 10 yıl önceki Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakçı
gibi ilgisiz kişileri davet edip komisyonda saatlerce dinlenmesini sağlamıştır.
Erdoğan’ın “Komisyon artık görevini tamamladı“ demesi üzerine de komisyon
dağılmıştır. Eğer darbeyi Cemaatçi askerler yaptıysa neden o askerler Komisyona
çağrılmadı? Tam tersine her darbeci askerin saatlerce çapraz sorguya alınıp,
yaptıkları tüm görüşmeler ve geçmiş ilişkileri açığa vurulup bağlantılarının
ortaya çıkarılması gerekmez miydi?
2- Darbe girişimiyle Cemaat yönetimi
arasındaki bağın en önemli (hatta tek) kanıtı olarak sunulan Adil Öksüz’ün,
istihbarat tarafından devşirilip bir kısım cemaatçi askerleri darbe kumpasının
içine çekmek için kullanıldığına ilişkin çok sayıda somut veri bulunmaktadır.
Bu deliller aşağıda 30 başlık altında somut verilerle açıklanmıştır. Buna göre
Adil Öksüz,15 Temmuz’dan önce hazırlanan “FETÖ Çatı İddianamesinde” Cemaatin
Deniz Kuvvetleri İmamı olarak geçmesine rağmen ifadeye bile çağrılmamış,
Sakarya Üniversite’sindeki görevine devam etmiş ve defalarca yurtdışına gidip
gelmiştir. Sözcü Yazarı Saygı Öztürk, Adil Öksüz’ün MİT’e çalıştığına dair
belge olduğunu, MİT’teki kod adının TİMSAH olduğunu ifade etmiştir. Kışla
Jandarma Karakolunda gözaltındayken Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca
hususi olarak gelip onunla görüşmüş ve karakol amirlerine bu kişi “FETÖ
imamıdır” demiştir. Adil Öksüz gözaltındayken kendi cep telefonuyla 3 kez
görüşme yapmıştır. Gözaltındaki 99 kişi tutuklanmış ve her nasılsa mahkeme
Öksüz’ün “Ben Kazan’da arsa bakıyordum” yalanına kanarak (!) onu serbest
bırakarak iki adet cep telefonunu ve GPS cihazını kendisine iade etmiştir. Adil
Öksüz serbest kaldıktan sonraki gün içinde anılan Başbakanlık Müşaviri ile
İstanbul’da aynı baz istasyonunda telefon sinyali vermiştir. İstanbul Emniyeti
Reina Katliamı faili Masharipov’u yakalamak için 1000 kişilik bir ekip kurup
1000 bin saat kamera incelemesi yapmış ve 17 gün içinde onu yakalamıştır ancak
Adil Öksüz’ün yakalanması için böyle bir çalışma yapılmadı. Arandığı dönemde iki
kez bankamatikten para çekti. Darbe gecesi bir çırpıda 2740 hâkim-savcı
tutuklanırken Öksüz’ü onu serbest bırakan hâkim Köksal Çelik olaydan sonra 5 ay
daha Sulh Ceza Hâkimliği yaptı, Aralık 2016 tarihinde açığa alında ve ancak
Kasım 2018 tarihinde ihraç edildi. Ancak, ironik bir şekilde Öksüz’ü
serbest bırakan hakim Köksal Çelik değil onun serbest bırakılmasına yapılan
itirazı reddeden hâkim Çetin Sönmez tutuklandı. CHP eski milletvekili Eren
Erdem Adil Öksüz’ün 14 Temmuz günü Sakarya’da Bakan Fikri Işık’la görüştüğünü
iddia etti. hususları dikkate alındığında Adil Öksüz’ün darbe girişimi ile
Cemaat yönetimi arasındaki bağı sağladığı iddiası (bunların hepsinin kaynakları
raporda yer almaktadır)
3- Fethullah Gülen Hükümete,
“uluslararası bir soruşturma komisyonu kurulsun ben sonuca razı olacağım”
şeklinde çağrı yapmasına rağmen Hükümet bu çağrıyı duymazdan gelmiştir. Halbuki
böyle bir komisyon kurulsa gerçekler tüm dünyanın gözü önünde irdelenir ve
Hükümet kendi iddiasını ispatlama şansı elde ederdi.
Bu kapsamda örneğin içinde 15 ülkeden
1’er soruşturmacının olduğu bir ortak soruşturma ekibi kurulabilir (tarafı
olduğumuz uluslararası adli yardımlaşma anlaşmaları buna imkân veriyor) ve bu
ekibin darbeci askerlerin, mağdurların ve tanıkların ifadelerinin alınması
sırasında hazır bulunması sağlanıp gerektiğinde kendilerine sorma hakkı da
tanınabilirdi. Böyle bir durumda, eğer darbeyi cemaat yapmış olsaydı bu durum
soruşturma sırasında tüm delilleriyle ortaya çıkardı ve Hükümetin yurt dışında
kimseyi inandıramadığı “darbeyi Cemaat yaptı iddiası” da kendiliğinden
ispatlanmış olurdu.
Böyle bir durumda Gülen Türkiye’ye iade
edilmekle kalmaz, Cemaat tüm dünyada terör örgütü ilan edilir ve tasfiye
edilirdi. Sormak istiyorum eğer darbeyi gerçekten Cemaat yapmış olsaydı Hükümet
bu fırsatı kaçırır mıydı? Böyle kolay bir yöntem varken Saray rejimi neden
Gülen’in kaçırılması için Trump’ın güvenlik danışmanı Mike Flynn’e rüşvet
vererek bir uluslararası skandala ve ABD de yürütülen bir ceza soruşturmasına
neden olmayı veya Cemaati yurtdışında bitirmek için yüz milyonlarca dolar
rüşvet dağıtmayı tercih etmiştir?
4- Cemaatle irtibatlı askerlerin ve
polislerin darbeye karışmak bir tarafa canlarını tehlikeye atarak darbecilerle
çatıştıkları ortaya çıkmıştır. Yüzbaşı Burak Akın, Binbaşı Sedat Kaya başta
olmak üzere buna ilişkin çok sayıda somut örnek bulunmaktadır. Bu örneklerden
bir kısmı bu çalışmada yer almaktadır.
1. Darbe girişimine katılmadığı bilindiği halde
‘FETÖCÜ/DARBECİ’ iftirasıyla tutuklanan komutanlar
Darbecilerle mücadele ederek darbenin
bastırılmasında etkin rol oynayan çok sayıda komutanın tutuklanması, bu
tutuklamaların, tasfiye amacıyla önceden hazırlanmış fişleme listeleri
üzerinden yapıldığını göstermektedir. Hatta o tarihte yurt dışında olan veya
daha önce geçirdiği kaza nedeniyle hastanede yatmakta olan çok sayıda komutan
da fişleme listeleri üzerinden tutuklandı.
Doğu Perinçek’in, 16 Ağustos 2016
tarihinde Fatih Altaylı’nın programına katılarak “tutuklanan komutanların
listelerini kendilerinin yaptığını” https://www.youtube.com/watch?v=mrGKy88_Wac (dak.15:00’dan itibaren) övünerek
anlatması da bu gerçeğin daha net görülmesini sağlamaktadır.
16 Temmuz sabahı ve sonrasında Darbeye
katıldığı için sahada yakalanan toplam asker sayısı (erler dahil) 2.833
olmasına rağmen, darbeden habersiz binlerce subayın evlerinden toplanarak ağır
işkencelerden geçirilip tutuklanması sadece ve sadece ‘darbeyi Allah’ın lütfu
olarak görenlerin acımasızca uyguladıkları şeytani planlarının’ bir parçası
olarak açıklanabilir.
Bu konuya ilişkin yüzlerce örnekten
bazılarını aşağıda verdim. Verdiğim bilgiler açık kaynaklıdır, internette
aradığınızda bulabilirsiniz.
1.1
Kara Kuv. Komutanı Org. Yaşar Güler’i darbecilerden kurtarmak isterken
bacağından vurulan Yüzbaşı Burak Akın’ın önce KAHRAMAN, Cemaatle bağlantısı
ortaya çıkınca da HAİN ilan edilmesi
Yüzbaşı Burak Akın, şu anda Kara
Kuvvetleri Komutanı olan Yaşar Güler’in emir subayıydı. Yaşar Güler’in 15 Temmuz
gecesi Genel Kurmay karargâhında yere yatırılıp derdest edildiğini gören
Yüzbaşı Akın darbecilere direndi ve bunun üzerine iki bacağından vuruldu.
Yüzbaşı Akın, 15 Temmuz sonrasında Saray
ve medyası tarafından kahraman ilan edildi, Aile Bakanı onu evinde ziyaret
etti. Ancak aradan 16 ay geçtikten sonra Yüzbaşı Akın, kendisinin Cemaatle
irtibatlı olduğunu belirterek teslim oldu. Ve hemen hain ilan edilip medyada
linç edildi.
Yüzbaşı Akın ifadesinde, yapılan
(ankesör soruşturması gibi) soruşturmalar nedeniyle Cemaatle olan irtibatının
kısa bir süre sonra ortaya çıkacağını düşündüğünü ve bu yüzden kendiliğinden
gelip teslim olduğunu belirtti.
Görüldüğü gibi, cemaatle irtibatlı bir
subay olan Yüzbaşı Akın, darbecilerin hedefinde olan üst düzey bir generali
darbecilerin elinden kurtarmak için canını tehlikeye atıyor ve ciddi şekilde
yaralanıyor. Eğer bu darbe Cemaat tarafından yapılmış olsaydı Yüzbaşı Akın,
Org. Güler’i kurtarmak için çabalamaz ve kendisiyle aynı tarafta olan
darbeciler tarafından iki bacağından vurulmazdı.
1.2
Malatya 2. Ordu Karargâhında darbecilerle giriştiği mücadele kamera
görüntülerine yansıyan ve “Komutanım izin verin (darbecileri) vurayım” diyen
Binbaşı Sedat Kaya Cemaatle irtibatlı olduğu anlaşılınca tutuklandı
Hürriyet Yazarı Sedat Ergin, Binbaşı
Sedat Kaya hakkında 3 uzun köşe yazısı yazdı. Bunların linklerini aşağıda
verdim.
Ergin’in 8 Şubat 2019 tarihli yazısından
alıntı:
“Darbe girişiminde görev alan iki
tuğgeneral (Serdar Sevgili, Zeki Karataş) ve bir kurmay albay (Bahadır Erdemli)
karargâhta Orgeneral Huduti’ye baskı yaptıkları sırada
Binbaşı Kaya tarafından silahları alınarak derdest edilir.
Kaya, üç darbeciyi de derdest ettikten
sonra Orgeneral Huduti’ye “Komutanım isterseniz bunları halledebiliriz”
diye öneride bulunur, ancak İkinci Ordu Komutanı “İkna suretiyle
halledelim” yanıtını verir.
Kaya’nın ifadesinde aktarılan bu olay
mahkeme sürecinde hem Huduti, hem dönemin İkinci Ordu Kurmay Başkanı
Tümgeneral Avni Angun, hem de tanık Astsubay Bilal
Süyündü tarafından doğrulanmıştır. Huduti, Malatya Birinci Ağır Ceza
Mahkemesi’nde görülen davanın 9 Mart 2017 tarihli celsesinde “Sedat Kaya
darbecileri vurmak için izin istedi…
Çatışmanın çıkması olayı başka boyuta götüreceği endişesiyle
ateş edilmemesi konusunda emir verdim” demiştir.
Deliller gerçekten de Kaya’nın o
gece darbecileri derdest ettiğini gösteriyor. YouTube’da da bulunan İkinci Ordu
Karargâhı’nın ikinci katındaki güvenlik kamerası görüntülerinde
Binbaşı Kaya’nın darbecilerle sürekli bir itişme, boğuşma, çatışma hali
içinde olduğunu izlemek mümkündür…..”
Darbecilerle canı pahasına mücadele eden
Binbaşı Kaya 16 Temmuz günü şüpheli sıfatıyla Malatya Başsavcısına ifade verir.
İfadesinde “şüpheli olarak ifade vermektense darbecileri öldürüp de şehit
olmayı yeğlerdim” der. İfadeyi alan ve dosyadaki bilgilere bakan Başsavcı,
Binbaşı Kaya’yı serbest bırakır.
Ancak 1 ay sonra yapılan bir isimsiz
ihbara istinaden “Fetöcü” olduğu iddiasıyla tutuklanır ve Malatya Ağır Ceza
Mahkemesinde yargılanır. 322 gün tutuklu kaldıktan sonra 4 Mayıs 2018 günü tüm
suçlardan beraat eder.
Ancak ankesörlü telefon soruşturması
kapsamında 3 Ocak 2019 tarihinde yeniden hakkında dava açılır ve bu dava
sırasında Binbaşı Kaya etkin pişmanlıktan faydalanmak için itirafçı olur ve
lise 3’ten itibaren Cemaatle irtibatlı olduğunu ifade eder.
O halde şu soruyu sormak gerekiyor:
“Eğer darbeyi cemaat yaptıysa neden Cemaat’e mensup bir binbaşı darbecilerle
mücadele ediyor ve hatta şehit olmayı göze alarak onları öldürmeyi düşünüyor?
http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-pazar/15-temmuzda-araftaki-binbasi-40520823
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/sedat-binbasi-darbeciye-sikmali-miydi-40395293
1.3
Darbeye katılmadığı için Bursa’ya Alay Komutanı yapılan ancak sonra
tutuklanan Albay Ali Türk
Darbe girişimi sırasında Beytüşşebap 8.
Jandarma Alay Komutanı olan Albay Ali Türk darbe girişimine katılmayıp,
komutanı olduğu birliklere dışarı çıkmama emri veriyor, kaymakamı, emniyet
amirini, hâkimleri ve savcıları arayıp darbecilerin emirlerini uygulamayacağını
belirtiyor. Darbeye katılmadığı için 15 Temmuz sonrasında Bursa Jandarma Alay
Komutanı olarak atanan Albay Türk, bu göreve başlamasından 1 hafta sonra
‘FETÖCÜ’ olduğu iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanıyor. Halen tutuklu olan
Albay Türk hakkında 3 kez müebbet hapis isteniyor. Albay Türk savunmasında
kendisinin Cemaat’le irtibatlı olduğunu ve ByLock kullandığını belirtiyor.
Albay Ali Türk, kendisinin kabul ettiği
üzere, Cemaatle irtibatlı ve ByLock kullanıcısı ama darbeye katılmamış.
Onun darbe karşıtı tutumu Hükümet ve Genelkurmay tarafından da biliniyor ve
kendisine güveniliyor ki, önceki alay komutanı darbeye katıldığı iddiasıyla
tutuklanan Bursa gibi kritik bir yere 15 Temmuz sonrasında Alay Komutanı olarak
atanıyor. Darbeye katılmadığı için terfien görevlendirilen Albay Türk,
Cemaatle irtibatlı olduğu için sonradan darbeci kabul edilip tutuklanıyor.
Madem, ‘darbeyi Cemaat yaptı’ o halde
Albay Türk neden darbeye katılmadı?
1.4.
İstanbul Savcılığı: Cemaatçi 47 Albay’dan sadece 2’si darbeye katılmış
İstanbul C. Başsavcılığı’nın 2017 yılı
Nisan ayında düzenlediği bir iddianamede, Cemaat’e Mensup 47 Albaydan sadece
2’sinin darbeye katıldığı belirtildi. O iki Albayın da cemaatle irtibatlı
olduğu hususunun da Saray’ın emrindeki savcılığa ait bir iddia olduğunu da belirtmekte
yarar var.
Diğer yandan savcı iddianamede, darbeye
katılmayan albayların ikinci bir darbe için bekletildikleri gibi akla ziyan bir
çıkarımda bulunmuş. Ancak, bir onbaşıya bile sorsanız size, başarısız olan bir
darbe girişimi sonucunda ordu içinde çok büyük tasfiyelerin yapılacağını ve
ikinci bir şansın olmayacağını, mevcut gücün tamamı kullanılarak tek seferde
sonuç alınmasının zorunlu olduğunu söyler.
Eğer darbeyi cemaat yapsaydı, o 47
Albay dahil tüm gücünü kullanması beklenmez miydi?
1.5.
Darbe gecesi, Marmaris’te Erdoğan’ın kaldığı otele saldırı düzenleyen MAK
timleriyle çatışmaya giren polislerden bazılarının ‘FETÖCÜ’ oldukları
iddiasıyla tutuklanması
Otele yapılan baskınla ilgili olarak
Muğla Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, Erdoğan’a suikast için gelen
MAK timinde görevli sanık Binbaşı Şükrü Seymen’in yaptığı savunma sonrasında
Mahkeme Başkanı Emirşah Baştoğ ona cevaben şunları söyler:
“Helikopterden sivil halka nasıl
ateş edildiği ortadadır. Polislerin hangi psikoloji ile davrandığını
bilemeyiz. Ayrıca sizinle çatışmaya giren polislerin bir kısmı da
FETÖ’den tutuklandı. Su o kadar bulanık ki” dedi.
Eğer darbeyi Cemaat yaptıysa, Cemaatçi
polisler neden Erdoğan’a suikast için gelen darbecilerde çatıştı?
1.6
Akıncı üssüne giderek gözaltındaki komutanları darbecilerin elinden kurtaran
Korg. Yıldırım Güvenç’in “FETÖCÜ” denilerek tutuklanması
Darbe gecesi, Hulusi Akar’ın yerine
fiilen Genel Kurmay Başkanlığı yapan Org. Ümit Dündar, Dönemin Kara Kuvvetleri
Lojistik Komutanı Korg. Yıldırım Güvenç’e, Akıncı Üssü’ne gidip
gözaltındaki komutanları kurtarması yönünde emir veriyor. Korg. Yıldırım Güvenç
de emri alır almaz Akıncılar gidiyor ve Komutanları kurtarıyor. Ancak 15
Temmuz sonrasında ona da ‘FETÖCÜ’ yaftası vuruluyor ve tutuklanıyor.
Org. Ümit Dündar, TBMM Komisyonunda
verdiği ifadesinde bunu teyit ederek “O yönde kendisine talimat verdim, kendisi
de gitti Akıncı Kışlası’na ve oradan kontrolü alarak çıktı” dedi. Buna rağmen
neden tutuklandığı sorusuna karşılık da “Bunu benim değerlendirebilmem de
bilmem de mümkün değil” cevabını verdi.
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=1743
Org. Güvenç, Sincan Cezaevi’nden,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sektereri Fahri Kasırga’ya 7 sayfalık bir mektup
yazarak, darbe gecesi Ankara Emniyet Müdürü ile koordineli olarak darbecilere
karşı verdiği mücadeleyi anlatarak uğradığı haksızlık nedeniyle duyduğu
üzüntüyü anlatmıştır.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/komutandan-mektup-sizi-ben-kurtardim-40223231
1.7
“FETÖCÜ” denilerek tutuklanan Tuğg. Recep Ünal, darbecilerin uçaklarını
vurmak için Eskişehir’den F-16 kaldırmış.
15 Temmuz gecesi Eskişehir
Birleştirilmiş Hava Harekât Merkezi’nin (BHHM), komutanı olarak Hava
Kuvvetleri Komutanı’nın darbecilerin engellenmesine yönelik emirlerini yazılı
olarak tüm hava üslerine ileten ve darbecilerin uçuşlarının engellenmesi
yönünde tedbirler alan Tuğg. Recep Ünal da ‘FETÖ’ iddiasıyla tutuklananlar
arasında. Darbe girişimi sırasında hiçbir darbeciyle teması olmayan Tuğg.
Ünal’ın darbecilerle mücadele ettiği konusunda çok sayıda ifade var. Bunlardan
iki tanesini aşağıya alıntıladım.
Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Abidin
Ünal savcılık ifadesinde şunları söylüyor:
“… Bunun üzerine Eskişehir’deki Hava
Harekat Merkezi’ne nöbetteki Tuğgeneral Recep Ünal’a ulaştım ve tüm radarlar
üzerinden çağrılar yaparak, tanker uçakların ve jet uçaklarının kendi üslerine dönmelerini
emrettim, bir müddet sonra Recep Ünal çağrılar yaptığını ancak çağrılara cevap
verilmediğini bana iletti.”
“…Bu süre içerisinde Eskişehir Hava
Harekât merkezinde tuğgeneral Recep Ünal sorumluydu, Recep Ünal’ı takviye etmek
için hemen düğün salonunda bulunan Korgeneral Ziya Cemal Kadıoğlu’nu ve
Korgeneral Nihat Kökmen’i en kısa sürede Eskişehir’e yola çıkmak üzere
katılmalarını emrettim.”
https://www.haberturk.com/gundem/haber/1272924-org-unalin-savcilik-ifadesi
Diyarbakır 8’inci Ana Jet Üssü Harekat
Komutanı Albay Özkan Edip Akgülay’ın ifadesinde şunları söylüyor:
“…05.15’te Eskişehir’den Tuğgeneral Recep
Ünal’dan, Başbakanlık emri ile 2 adet F-16 uçağının kalkış emri verildi. Bu
uçakların görevi Ankara’da uçan F-16’ların vurulmasıydı. Bu uçakların kalkışını
hemen gerçekleştirdik…”
Ayrıca Akıncı iddianamesine göre, o gece
Akıncı Üssü’nde bulunan ve darbeci olduğu ileri sürülen Albay Ali Durmuş’un
ısrarla kendisine ulaşmaya çalışmasına rağmen Tuğg. Recep Ünal onun telefonuna
çıkmamış. Yani darbenin merkezi olan Akıncı Üssü ile hiç irtibat kurmamış.
Diğer yandan Akıncı Üssü iddianamesinde
Recep Ünal’ın başka biri adına kayıtlı bir telefonla Adil Öksüz’le 2010-12
tarihleri arasında 177 kez; Kemal Batmaz’la da 62 kez telefonla görüştüğü iddia
edilmektedir. Bu iddia ne kadar doğru bilmiyorum.
Bunun doğru olduğunu varsayarsak şöyle bir
sonuç ortaya çıkıyor: Recep Ünal’ın Cemaatle irtibatlı bir komutan olmasına ve
yıllar önce Adil Öksüzle irtibat kurmuş bir kişi rağmen en kritik aşamada en
kritik üsse komuta ederken darbeye katılmaması ve darbecileri engelleyecek
tedbirler alması aslında tek başına ‘darbeyi Cemaat (FETÖ) yaptı’
iddiasını çürütmektedir.
Diğer yandan, Adil Öksüz’ün MİT’le
irtibatına ve yakalanıp serbest bırakılması konusunda akla ziyan uygulamalara
ilişkin durumu aşağıdaki bölümlerde detaylı inceledim. Adil Öksüz’e MİT tarafından
verilen görevin yapabildiği kadarıyla Cemaatle irtibatlı subayları darbe
kumpasının içine çekmek olduğu çok net anlaşılıyor.
1.8
Hava Kuvvetlerini darbecilerden temizleyen Tümg. Cevat Yazgılı’nın “FETÖCÜ”
denilerek tutuklanması
Tümgeneral Cevat Yazgılı’nın yaptıkları
ve yaşadıkları da başlangıcı itibariyle Korgeneral Yıldırım Güvenç’le aynı olsa
da onun hikâyesinin sonu farklı bitiyor. Hürriyet Yazarı Sedat Ergin 30 Ağustos
2017 tarihli yazısında, Tümgeneral Yazgılının darbe günü ve sonrasındaki durumunu
detaylı şekilde anlatmış.
Olay şöyle gelişir: Hava Kuvvetleri
Komutanı Abidin Ünal, darbe gecesi Tümgeneral Yazgılı’yı arayarak bir müfreze
oluşturup Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın zemin katındaki harekât merkezini
darbecilerden temizlemesini emreder. Tümgeneral Yazgılı denileni yapar ve bir
grup askerle harekât merkezinin kapısını zorlar ve hatta emrindeki askerler kapılara
ateş eder ama kapılar açılmaz. Tümg. Yazgılı, yapılanın hukuksuz olduğunu
belirterek darbecileri teslim olmaya davet eder, bundan da sonuç alamayınca
harekât merkezinin elektriğini keserek darbecilerin dış dünya ile bağlantısını
koparır. Gazeteci Sedat Ergin yazısında, Abidin Ünal’ın ve diğer
askerlerin de ifadelerinden alıntı yaparak Tümg. Yazgılı’nın darbecilerle olan
yoğun mücadelesinin uzun uzun anlatmış ama ben bu kadarla yetineceğim.
Tümgeneral Yazgılı bu mücadelesinin
karşılığını 16 Temmuz akşamı gözaltını alınarak görmüş. Anadolu Ajansı’nın
büyük bir gururla sunduğu işkence gören general görüntüleri arasında o da var.
İşkenceci polis, ismini ve görevini sorunca Tümg. Yazgılı bunları kameraya
söylüyor. Elleri arkadan kelepçeli şekilde, işkenceci bir polisin onun kafasını
bastırdığı bir fotoğrafı da basına servis edilen ‘hain generaller’
albümünde yer aldı.
https://www.youtube.com/watch?v=7Hd8NzuKjrs (dakika 6:00)
Hikâyenin buraya kadar olan kısmı
aslında çok tanıdık, darbecilerle mücadele ettikleri halde “FETÖCÜ” denilerek
tutuklanan ve işkence gören onlarca general ve binlerce subay bulunuyor. Ancak
bu sıradan (!) olay birden ilginç bir hal alıyor. Şöyle ki Tümg. Yazgılı’nın gözaltına
alındığını öğrenen Abidin Ünal, karargâh güvenlik kameralarının görüntülerini
savcılığa göndererek onun serbest bırakılmasını sağlıyor.
O halde şu soruyu sormak gerekiyor;
Abidin Ünal, tıpkı Tümgeneral Yazgılı gibi kendi emriyle darbecilere müdahale
eden Korgeneral Yıldırım Güvenç’i neden kurtarmıyor? Aslında Abidin Ünal’ın
Tümgeneral Güvenç neden tutuklu? sorusuna verdiği “bunu bilmem mümkün değil”
şeklindeki cevap, gerçek durumu özetliyor.
Artık herkesin bildiği gibi, önceden
hazırlanmış bir tutuklanacaklar listesi var. Darbecilerle mücadele etmiş
olmanız önemli değil, o listedeyseniz darbecisiniz, ‘hainsiniz’!. Eğer
şanlıysanız birileri sizi kurtarabilir. Tümgeneral Yazgılı’nın ‘şanslı’
olduğu anlaşılıyor.
1.9.
Korg. Metin İyidil’in Etimesgut’ta darbecilerle mücadele ettiği halde
tutuklanması
Buna benzer durumda olan bir diğer isim
Korg. Metin İyidil. O da Dündar’dan emir aldığını, darbeyi engelleme konusunda
en önemli hareketi kendisinin yaptığını, Etimesgut’taki zırhlı birliklerden
tankların çıkışını engellediğini savundu. Fakat o da tutuklu. Ümit Dündar’a,
aynı Komisyon toplantısında İyidil de soruldu. Şöyle cevapladı:
“Metin İyidil beni telefonla iki defa
aradı, bu 4. Kolordudaki olaya müdahale ettiğini, ayrıca ikinci telefonda
da Etimesgut’taki olaylara müdahale ettiğini ifade etti. Ben kendisine herhangi
bir emir vermedim. Kendisi tarafından yaptıklarını bana ifade etti.”
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=1743
1.10.
Darbecilerle Mücadele eden Korg. Hüseyin Demirarslan’ın tutuklanması
Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı
Korgeneral Hüseyin Demirarslan Darbe sırasında İzmir-Gümüldür’de tatilde.
Olaylar başlayınca Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ı arıyor. Ünal
kendisine Eskişehir’e gitmesi talimatını veriyor. O da önce Çiğli’ye oradan da
Eskişehir’e geçiyor. Darbenin bastırılmasında aktif rol oynuyor.
Fakat Binali Yıldırım ‘Eskişehir’de ki
BGHM merkezinden bir korgeneralin yazılı emir isteyerek operasyonları
geciktirdiğini’ söylemesi üzerine tutuklandı.
Gerçek 6 ay sonra ortaya çıktı. Çünkü
yazılı emri isteyen Korg. Demirarslan değil, Korgeneral Ziya Cemal
Kadıoğlu’ydu. Kadıoğlu hala görevine devam ediyor fakat Demirarslan tutuklu.
1.11.
16 Temmuz sabahı Başbakan’ın emriyle Akıncı Üssü’nü bombalayan 5
pilotun ‘FETÖCÜ’ oldukları iddiasıyla tutuklanması
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
Ünal’a, 15 Temmuz gecesi Akıncı’ya neden geç müdahale edildiği sorulduğunda ‘o
esnada güvenecek pilot bulamadık ancak sadece 5 pilot bulabildik ve sabah saat
4 buçukta müdahale edebildik’ demiştir.
Yani Hava Kuvvetleri Komutanı,
başlangıçta güvenilir pilot bulamıyor. Çünkü havalanan pilotların darbecilerin
safında geçip Akıncı’yı değil başka yerleri bombalaması gibi bir risk
var. Sonra nasıl bir araştırma yapıldı bilmiyoruz ama bu 5 pilotun
güvenilir olduğuna karar veriliyor ve bu kritik görev kendilerine veriliyor.
Onlar da darbecilerin teslim olmasında kritik bir psikolojik eşik olan Akıncı
pistlerinin vurulması görevini yerine getiriyorlar.
O halde şu sorunun cevabı aranmalıdır:
Eğer darbeyi cemaat yaptıysa bu pilotlar neden darbecilerin teslim olmasını
sağlayan bu kritik görevi yerine getirdiler?
https://www.karar.com/guncel-haberler/darbe-ussunu-bombalayan-pilotlar-da-fetocu-cikti-543718#
1.12.
Moda’daki düğündeyken Abidin Ünal’ın emriyle Eskişehir’e giden Tümgeneral Suat
Murat Semiz’in tutuklanması
15 Temmuz akşamı Moda’da düğünde olup
Hava Kuvvetleri Komutanı’nın emriyle Eskişehir BHHM’ye ulaşmak üzere yola çıkan
ve kendisi gibi Eskişehir’e gitme emri alan Korgeneral Ziya Cemal Kadıoğlu,
Korgeneral Nihat Kökmen ve Tuğgeneral Dursun Pak’ı kendi arabasıyla Eskişehir’e
götüren Tümgeneral Suat Murat Semiz de ‘FETÖ’ iddiasıyla tutuklandı. Arabasıyla
götürdüğü Korg. Kadıoğlu ve Korg. Kökmen ise darbe karşıtı olarak halen
görevde. Gece boyunca yolda olup sabah 05:49’da Eskişehir’e ulaşan Tümgeneral
Semiz darbeye nasıl katılmış olabilir ki?
Darbecilerin atama listesinde yer almak
ne anlama gelir?
Tümgeneral Semiz’le ilgili tek suçlama,
darbecilerin 400 kişilik atama listesinde Eskişehir Sıkıyönetim Komutanı olarak
geçmesidir. Bir tasfiye aracı olarak kullanılan bu listenin kim tarafından
hazırlandığı hala bilinmiyor. Harekât planı bile olmayan ve geçen 13 aya rağmen
komuta kademesi doğru dürüst tespit edilemeyen bu darbe girişiminde, 400
kişilik atama listesi şeklinde hazırlanan bir listenin gece yarısında elden ele
dolaşması pek makul gözükmüyor.
Daha da ilginci anılan listede ismi olan
herkes darbeci sayılmamış, bazıları korumaya alınmış. Akıncı iddianamesinde adı
bu listede olduğu belirtilen bazı üst düzey subaylar tutuklanmadıkları gibi
görevlerine de devam ettiler. Bu durum aslında tutuklanacak askerler için daha
önceden başka bir listenin yapıldığı, ‘darbecilerin atama
listesinin’ asıl listede olanların tutuklanması için bir bahane olarak
kullanıldığını göstermektedir.
1.13.
Yurtdışından dönüp Abidin Ünal’ın emriyle Eskişehir’e giden Tümgeneral İdris
Aksoy’un tutuklanması
Darbenin koordinatörü olduğu iddiasıyla
tutuklanan Tümgeneral İdris Aksoy, darbe günü Londra’dan dönüyor. Savunma
Sanayi Müsteşarlığı adına bir toplantı için oraya gitmiş. Darbe akşamı
İstanbul’a iniyor. İfadesine göre o da Moda’daki düğüne gidecek. Fakat
havalimanından çıktığında düğüne yetişemeyeceğini fark edip Yenikapı’ya
gidiyor. Bandırma Feribotu’na binip Bandırma’ya gidiyor. Feribottan indiğinde
darbe başlamış. Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ı arıyor. O da Eskişehir’e
git diyor. Aksoy da Eskişehir’e gidiyor. Sonra ‘darbenin koordinatörü’ diye
tutuklanıyor.
1.14.
Darbe gecesi hastanede yatmakta olan Tuğgeneral Mustafa Doğru’nun tutuklanması
5 Temmuz 2016 günü Skorsky helikopterin
düşmesi sonucu eşini ve kızını kaybeden, kendisi de ağır yaralanan Giresun
Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Mustafa Doğru darbe sırasında Gülhane Askeri
Tıp Akademisi’nde tedavideydi. Tedavi altında olduğu için istese bile darbeye
destek veremezdi. Ancak tutuklandı.
1.15.
Darbe gecesi Erdoğan’ı Dalaman’dan İstanbul’a götüren uçağın pilotunun “FETÖCÜ”
olduğu iddiasıyla görevden uzaklaştırılması
O gece Erdoğan’ı İstanbul’a götüren
uçağın pilotu Barış Yurtseven, daha sonra Bank Asya’da hesabı olduğu iddiasıyla
görevden uzaklaştırıldı.
1.16.
Darbeyi AKP’li bakanlara haber veren bir Albay’ın “FETÖCÜLÜK”
iddiasıyla tutuklanması
Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet
Takan, Saadet Partisi (SP) Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Yalman’la yaptığı
röportaj üzerine yazdığı köşe yazısında; Yalman’ın, darbe yapılacağı
ihbarını kendilerine getiren bir albayla birlikte bu bilgiyi defalarca AKP’li
bakanlara ilettiklerini ve çok ilginç şekilde o Albay’ın ‘FETÖCÜ’ olduğu
iddiasıyla tutuklandığını yazdı. Ahmet Takan’ın 18 Temmuz 2017 tarihli
yazısının başlığı “Darbe hazırlığını Enişteye değil Savunma
Bakanı’na haber vermişler!” şeklindedir.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/darbe-hazirligini-enisteye-degilsavunma-bakanina-habe-43565yy.htm
1.17.
Darbe gecesi Erdoğan ve ailesini Dalaman Havaalanına götüren helikopterin
teknisyeni polis Tayyib Sina Doğan’ın, ByLock iddiasıyla tutuklanması
Helikopterdeki 3 personelden biri
olan ve ByLock’tan tutuklanan Doğan, helikopterin donanımını çok iyi bildiğini
ve anahtarının kendisinde olduğunu, eğer darbeci olsaydı helikopterin
kalkmasını rahatlıkla engelleyebileceğini belirtti.
Doğan savunmasında şunları
söyledi: “15 Temmuz günü görevim gereği Cumhurbaşkanımızın helikopterinin
uçuş teknisyeni olarak Marmaris’teydim. Olaylar geliştiğinde Cumhurbaşkanımızı
ve ailesini alarak, helikopterle Dalaman’a hareket ettik. Darbe günü
Cumhurbaşkanımızın en yakınındaydım. Terör örgütü üyesi olsam,
Cumhurbaşkanımızın bindiği helikopteri yerinden kaldırtmazdım. Helikopterin
anahtarı bendeydi. Donanımını bilen biriyim. Havalanmadan önce darbecilerin
helikopterini havada gören ilk kişiyim, bu durumu pilota bildirdim.”
http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskanligi-helikopterindeki-teknisyene-bylocktan-tutuklama-40671375
1.18.
358 Generalden 240’ı Cemaatle irtibatlı oldukları iddiasıyla tasfiye edildi.
Eğer darbeyi Cemaat yapmış olsaydı ve bu generaller de cemaatle irtibatlı
olsaydı TSK’nın yarısından fazlası darbenin içinde olurdu ve sonuç farklı
olurdu.
Genel Kurmay darbeye katılan asker
sayısını aşağıdaki şekilde açıkladı:
Er-erbaş
: 676
Askeri
öğrenci
: 1.214
Subay-astsubay
: 6.761
Toplam asker
sayısı
: 8. 651
Ayrıca Genelkurmay, çok azı hariç,
tutuklanan onlarca generalin darbeye karıştığını iddia etmiyor, sadece tutuklu
olduklarını belirtiyor. Çünkü bu generaller darbeye katılmadıkları gibi
içlerinden bazıları aktif olarak darbecilerle mücadele ettiler. Zaten emirleri
altında yüzbinlerce asker olan bu generaller darbeye katılsaydı, darbeye
katılan subay-astsubay sayısı 6.761 olmazdı ve işin seyri değişirdi.
https://medium.com/tr724/358-generalden-240ı-nasıl-cemaat-ten-oldu-31072e0537a0
1.19.
Doğu Perinçek, ordudan tasfiye listelerini kendilerinin yaptığını belirtiyor ve
2019 yılında İran’da yaptığı bir televizyon konuşmasında NATO’cu askerlerin
tasfiye edildiğini övünerek anlatıyor.
Doğu Perinçek, 16 Ağustos 2016 tarihinde
Fatih Altaylı’nın programında; “Ordudaki tasfiye listelerini biz
hazırladık, verdiğimiz isimlerin tamamı uzaklaştırıldı…”diyerek yapılan
tasfiyelerin ardında kendisinin ve ekibinin olduğunu açıkça ifade etmiştir.
https://www.youtube.com/watch?v=mrGKy88_Wac (dak.15:00’dan itibaren).
TSK’daki tasfiyeler, sahada yakalanan
darbeciler hariç, darbeye katılıp katılmamaya bakılmaksızın tamamen fişleme
listeleri üzerinden yapıldı. Perinçek’in ekibi ile MİT’in ortak eseri olan
fişleme listeleri o kadar eski ve düzensizdi ki 14 Temmuz 2017 tarihli 692
sayılı KHK ile rütbeleri geri alınan Astsubay Tevfik Özçaycı’nın tam 3 yıl önce
vefat ettiği ortaya çıkmıştı.
Ayrıca Perinçek 2019 yılında İran’da
yaptığı İran televizyonlarında canlı olarak yayınlanan bir konuşmasında; 15
Temmuz sonrasında TSK’dan 30 bin subay, astsubay ve askeri öğrencinin tasfiye
edildiğini, bunların kanserli hücre ve NATO’nun çürüğü olduğu belirtmiştir. https://www.youtube.com/watch?v=Ur3CFGCQJ3k
Perinçek gibi zıt ideolojideki birinin
bir şeriat devleti olan İran’da devlet televizyonlarına nasıl konuştuğunu
anlamak için yandaş yazar Abdulkadir Selvi’nin bir konuşmasına kulak vermek
lazım. Selvi, CNN Türk’teki bir konuşmasında şunları söylüyor:
“15 Temmuz darbe girişiminden tam 3
gün önce İran sınırdaki tüm askeri birliklerini alarm durumuna geçirdi.
Türkiye’de yaşanacak darbe girişimiyle ilgili bir istihbarat aldıkları ve
bundan korunmak için böyle bir tedbir aldıkları anlaşılıyor.”
https://www.youtube.com/watch?v=h5U9nrh3yqg
Parçaları birleştirip tekrar bakalım.
Rusya’nın müttefiki olan İran, 15 Temmuz’u 3 gün önceden (muhtemelen çok daha
önce) darbe girişimini biliyor. Perinçek ve ekibi 15 Temmuz sonrasında tasfiye
edilecek askerlerin listesini yapıp veriyor, ordudan binlerce subay-astsubay
atılıyor ve sonrasında Perinçek İran’a gidip müjde verir gibi “30 bin NATO
yanlısı askeri tasfiye ettik” diyor.
Bir yönüyle 15 Temmuz, Avrasyacıların
çok önceden bildikleri ve Türkiye’nin NATO’dan çıkıp Rusya-İran eksenine
girmesi için kullandıkları bir olaydır.
1.20.
Gazeteci Ece Sevim Öztürk: “Tasfiyeler FETÖMETRE ile oluşturulan listeler
üzerinden yapıldı”
Gazeteci Ece Sevim Öztürk, “Deniz
Kuvvetlerinin en karanlık günü 15 Temmuz” adlı bir belgesel hazırlayarak
gerçeklerin anlatılanlardan çok farklı olduğunu belgeleriyle ispatlamıştı.
Bunun üzerine tutuklanan Öztürk, 3 Yıl 1 Ay 15 Gün hapis cezasına aldıktan
sonra tahliye edildi. Belgeselin linki: https://www.youtube.com/watch?v=AHxLkziVt9E
Çağdaş Ses Genel Yayın yönetmeni de olan
Ece Sevim Öztürk tasfiyeler konusunda TGRT Haber’de şunları söyledi:
“Darbenin öncesinde hazırlanan listeler
vardı. Amiral Cihat Yaycı Fetömetre diye bir kriter ortaya koydu, onun verdiği
listelerle çok sayıda kişi tasfiye edildi, sadece listelerle bu yapıldı. Ama
pek çok konuda Ahmet Zeki Üçok referans alınmıştır. Ama Ahmet Zeki Üçok,
Cihat Yaycı için FETÖCÜ demiş. Mustafa Önsel de Hulusi Akar için FETÖCÜ demiş.
Bu listelere göre tek tek işlemler yapılmış anlatabiliyor muyum…” https://www.youtube.com/watch?v=I5FE-YcxgOI
Ece Sevim Öztürk aslında herkesin
bildiği bir sırrı ifşa ediyor. O da tasfiyelerin belli kişilerin oluşturduğu
listeler üzerinden yapıldığı. Bu listeyi hazırlayanlar da NATO karşıtı kişiler
olduklarından, darbeyle hiç ilgili olmamasına rağmen binlerce subayı NATO
yanlısı olabileceklerini düşünerek tasfiye ettirdiler ve tasfiye süreci hala
devam ediyor.
Gazeteci Adem Yavuz Aslan da bu konuda çok
çarpıcı tespitlerde bulunuyor: https://medium.com/tr724/358-generalden-240ı-nasıl-cemaat-ten-oldu-31072e0537a0
1.21.Darbeye
karşı koymasına rağmen ‘FETÖCÜ’ denilerek atılan emniyet müdürü
‘Kocaeli’nin Kartepe İlçesi’nde,
15 Temmuz darbe girişimi sırasında Sakarya’ya giden tankları durdurarak,
askerleri gözaltına alan İlçe Emniyet Müdürü Cüneyt Akkaya’nın, ‘FETÖ’ soruşturması
kapsamında açığa alınması’ (odatv.com) bunun örneklerinden biri. Ayrıca
Müdür Akkaya o gece bu işlem sırasında yaralanmıştı. Yani, 15 Temmuz gazisi
sıfatı taşıyor.
Sürekli olarak ‘istihbarat şubede
görevli cemaatçi üç emniyetçi 15 Temmuzda sahada yakalandı, bunlardan biri
tankın içinden çıktı..vb.’ şeklindeki sözlerle algı oluşturmak isteyenlere şunu
sormak istiyorum:
15 Temmuz öncesinde ve sonrasında
yaklaşık 30 bin polis Cemaat bağlantısı iddiasıyla ihraç edildi bunların
yaklaşık 10 bini şu anda tutuklu. Bu kişiler neden darbe girişimine
katılmadılar? Neden buna ilişkin bir emare hatta bir iddia bile yok?
2. YURTA SULH KONSEYİ neden kapsamlı şekilde
araştırılmadı ve gündemden düşürüldü?
15 Temmuz gecesi okunan bildiriyi
hazırlayan ve darbenin çekirdeğini oluşturan Yurtta Sulh Konseyi her nedense
hemen gündemden düşürüldü. Darbe girişiminin aydınlatılması için derinlemesine
incelenmesi gereken bu konseyin gözden uzak tutulmasının nedeni “FETÖ Darbesi”
şeklindeki resmi söylemi sarsacak gerçeklerin ortaya çıkmasının önüne geçme
çabası olsa gerek.
2.1.
Ankara C. Başsavcılığı başlangıçta “Yurtta Sulh Konseyi sadece ismen var”
diyerek üzerini örtmeye çalıştı.
15 Temmuz soruşturmasını yürüten ve
başında Ankara Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen’in olduğu ekip, 2016 yılı
Ağustos ayında ‘Yurtta Sulh Konseyi’nin sadece ismen var olduğunu, kimlerden
oluştuğunun tespit edilemediğini’ belirterek darbenin beyin takımının üzerini
kapatmaya çalıştı.
Ancak, Başsavcı Vekili İşçimen darbe
gecesi NTV canlı yayınında HTS kayıtları vb. bağlantılar kullanılarak bu
Konsey’in net şekilde ortaya çıkarılacağını söylemişti. (https://www.youtube.com/watch?v=xVDbnyuDcdI)
Gerçekten de, HTS kayıtları, karargâh kamera kayıtları, yazılı ve sözlü emirler
ve üst düzey komutanlar arasındaki ilişki incelendiğinde bu duru rahatlıkla
ortaya çıkarılabilirdi. Ama yapılmadı.
15 Temmuz şehitlerini ağızlarından
düşürmeyip, yaptıkları tüm insan hakları ihlallerine bunu kılıf yapanlar neden
şehitlerimizin katillerinin beyin takımının ortaya çıkarılması konusunda bu
kadar isteksizdi? Çünkü darbenin beyin takımı olarak gözüken kişilerle Cemaat
arasında bağlantı kurulamıyordu.
Aydınlık Gazetesi 11 Ağustos 2016
tarihli ve “Savcılığa göre Yurtta Sulh Konseyi Yok” başlıklı haberde:
“Darbe yapmaya kalkışan ‘Yurtta Sulh
Konseyi’ isimli illegal oluşumun sadece ismen var olduğunu belirten savcılık,
bu konseyin isim isim kimlerden oluştuğuna dair bir tespitin var olmadığı
değerlendirmesi yaptı.
Hani herkes biliyordu?
Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “asker mi sivil mi kim olduğunu bilmiyor” dedi.
Yurtta Sulh Konseyi konusunu daha önceden de değerlendiren Bozdağ “bu konseyin
kim oluğunu biz de çok iyi biliyoruz, milletimiz de çok biliyor” demişti.”
https://www.aydinlik.com.tr/savciliga-gore-yurtta-sulh-konseyi-yok
2.2.
Ve Devlet Bahçeli dayanamayıp “Nerede bu Yurtta Sulh Konseyi?” diye
sorar.
Devlet Bahçeli 13 Eylül 2016 tarihinde
şöyle diyor:
“…Hala Yurtta Sulh Konseyi isimli ihanet
oluşumunun elebaşları konusunda milletimize doyurucu ve tatmin edici bir
açıklama yapılmamıştır.”
http://www.milliyet.com.tr/-elebasilar-aciklansin–siyaset-2310271/
2.3.
Savcılık nasıl olduysa 8 ay sonra Yurtta Sulh Konseyini buluverir.
Nihayet, gelen tepkiler ve darbenin
‘kontrolü bir kumpas olduğu’ inancının yaygınlaşması üzerine olacak ki, Ankara
Başsavcılığı 2017 yılı Mart ayında düzenlediği iddianamede Yurtta Sulh
Konseyi’ni tespit ettiğini belirterek 38 kişilik bir isim listesine yer verdi.
Savcılığın bu “önemli tespiti” nedense
Saray Medyasında çok az yer bulabildi kendine. Çöplükte bulunan GTA oyunu
kodlarının yazılı olduğu defteri bile büyük bir delilmiş gibi çöplüğe canlı
bağlantı yaparak veren havuz medyası, böyle önemli bir haberi nedense hiç
köpürtmeden geçiştiriverdi. Böyle önemli bir haber gündem bile oluşturmadı.
2.4.
Yurtta Sulh Konseyi TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nda neden sorgulanmadı?
Çok ilginçtir ki Yurtta Sulh Konseyi
üyeleri TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’na davet edilmedi ve dinlenmedi. Fehmi
Koru gibi gazetecileri ve 10 yıl önceki Diyanet İşleri Başkanı gibi olayla
bağlantısı olmayan kişileri bile davet edip saatlerce dinleyen TBMM
Komisyonunun, darbenin beyin takımı olduğu iddia edilen bu konseyin üyelerini
çağırmaması ve en ince detayına kadar sorgulamamasının tek bir izahı var, o da
15 Temmuz konusunda dayatılan yalanların çökmesinin istenememesidir.
3. Darbe girişimini Cemaatin üzerine atmak için
istihbarat tarafından devşirilen ve kullanılan bir isim: Adil Öksüz
3.1.
14 Temmuz 2016 tarihinde düzenlenen “FETÖ” çatı iddianamesinde “49162560564
T.C. kimlik numaralı Adil Öksüz’ün örgütün Deniz Kuvvetleri Sorumlusu olduğu…”
belirtilmiş
Ankara Savcısı Serdar Coşkun tarafından
hazırlanan FETÖ Çatı iddianamesi 2-3 yıllık hazırlık aşamasından sonra 14
Temmuz 2016 tarihinde Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunuldu ve 22 Temmuz
2016 tarihinde anılan Mahkemece kabul edildi.
İddianamede, mollalardan sorumlu olduğu
belirtilen şüpheli Cemal Türk ile ilgili 7 tespite yer veriliyor. Bu tespitlerden
en ilginci olan 7’inci tespit şöyle:
“Cemal Türk’ün eşinin kardeşi olan Adil
Öksüz’ün (TCKN:49162560564) 2015 itibarıyla örgütün Deniz Kuvvetleri Sorumlusu
olduğu…”
3.1.1.
Odatv yazarı Müyeser Yıldız yukarıdaki bilgileri verdikten sonra şunları belirtiyor:
“Bunun anlamı şu;
Kovuşturmayı yürüten polis ve
savcılar Adil Öksüz ismini, T.C numarasını, en önemlisi onun Deniz
Kuvvetleri imamı olduğunu darbeden çok önce tespit etmiş. Lâkin karakola
ifadeye dahi çağrılmamış.
Dahası;“FETÖ çatı iddianamesi” denilen
iddianamede Cemal Türk firari sanıklar arasında yer alıyor, ama Adil Öksüz’ün
adı bile yok!.. “
https://odatv.com/yeni-adil-oksuz-skandali–2511161200.html
3.1.2.Adil
Öksüz hakkında “Hayalet İmam” adlı kitabı yazan Sözcü yazarı Saygı Öztürk de bu
konuda şunları ifade ediyor:
“Bana en çarpıcı gelen
konuların başında, Öksüz’ün Çatı İddianamesinde, “Deniz Kuvvetleri İmamı” olarak bilinmesine rağmen,
hiçbir olayda şüpheli ya da sanık yapılmaması, üstelik de hakkında yakalama
kararı bulunmamasıydı. İşin bir de adliye boyutu var. Sorgu sırasında
Adil Öksüz’ün karakolda bulunduğu sırada “FETÖ Mahrem İmamı” olduğu
öğrenilmesine rağmen bu savcıdan da sulh ceza hâkiminden de gizleniyor.
Dosyanın içerisinde üstelik “sivil” değil “asker” diye gösteriliyor. Bakın şu
işe! 99 kişi adliyeye götürülüyor, sadece Adil Öksüz serbest bırakılıyor.”
https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/feto-darbesinin-sirri-adil-oksuzde-gizli-2752087/
3.1.3.Kemal
Kılıçdaroğlu da yaptığı bir konuşmada, Çatı iddianamesinde Adil Öksüz’ün
Hava Kuvvetleri imamı olarak geçtiğini belirtiyor.
Kılıçdaroğlu’nun bu beyanını aşağıdaki
linkten izleyebilirsiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=3QOvsusK_Tc
3.2.
Eski emniyet imamı olduğu iddia edilen Kemalettin Özdemir; “Adil Öksüz’ün Hava
Kuvvetleri imamı olduğunu 2012 yılında MİT’e, savcılığa ve terörle mücadeleye
bildirdim.” diyor. Buna göre Adil Öztürk darbe teşebbüsünden önceki 4 yıl
süresince MİT’in izlemesi/kontrolü altında.
Kemalettin Özdemir bir TV programında
bunu şöyle ifade ediyor
“Adil Öksüz’ün hava imamı olduğuyla
alakalı hem Milli İstihbarat Teşkilatına, hem savcılığa ve hem de terörle
mücadeleye bu konuda beyan verdim. 2012 yılında bu beyanı verdim.”
https://www.youtube.com/watch?v=3QOvsusK_Tc
Bu konu ayrıca Hürriyet yazarı
Abdulkadir Selvi tarafından da eleştiriliyor:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/adil-oksuz-korunuyor-mu-40212196
3.3.
Adil Öksüz’ün selefi Hamidullah Öztürk deşifre olunca yurtdışına çıkmış ancak
Adil Öksüz deşifre olduğu halde memurluğa devam etmiş
Daha önce Adil Öksüz’ün yaptığı işi
yaptığı iddia edilen Hamidullah Öztürk, “deşifre olunca” yakalanmamak için
Brezilya’ya gitmiş. Fakat her nasılda Adil Öksüz, 2012’de “deşifre olmasına
rağmen elini kolunu sallayarak dolaşmaya ve Sakarya Üniversitesindeki
görevindeki devam etmiş ve nedense kimse ona ilişmemiş(!)
https://medium.com/tr724/adil-öksüzden-ne-anladık-faea61b15a14
3.4.
En geç 2012 yılında deşifre olan ve T.C. kimlik numarasına kadar Çatı
İddianamesinde yer verilip “Deniz Kuvvetleri İmamı” olduğu iddia edilen Adil
Öksüz hakkında 15 Temmuz öncesinde soruşturma açılmaması, defalarca yurtdışına
gidiş gelişine izin verilmesi ve dahası deşifre olduğunu bilmesine rağmen darbe
gecesi Akıncı Üssüne gelmesi, Adil Öztürk’ün MİT tarafından kullanıldığına
işaret etmektedir.
Hükümetin 17 Aralık sonrasında başlayan
Cemaate yönelik tazyiki, 15 Temmuz’a kadar şiddetlenerek artmış, cemaatle
ilgili kurumların çoğuna kayyım atanmış, medyasına el konulmuş ve Cemaate ait
kurumlarda çalışan binlerce kişi gözaltına alınıp tutuklanmıştı.
Yine o dönemde sırf Cemaat okullarında
çalıştıkları için kadın öğretmenlerin tutuklanmasına ve Bank Asya’ya para
yatırdığı için insanların tutuklanmasına isyan eden Bülent Arınç 29 Ocak 2016
tarihinde şunları söylemişti:
“Paralel ile mücadele kapsamında
açılan o kadar çok davalar var ki üstüme cübbeyi tekrar geçirmeyi arzu
ediyorum. Bunlar silahlı terör örgütü diye başlayan ve öğrencilerinin
önünden alınıp götürülen kadın öğretmenler iki aydan fazla cezaevinde
tutuluyor.”
https://www.haberler.com/arinc-ustume-cubbeyi-tekrar-gecirmeyi-arzu-8112195-haberi/
Kadın öğretmenlerin bile tutuklanıp
kelepçeli fotoğraflarının servis edildiği bir dönemde, Savcılık ve MİT
tarafından Deniz Kuvvetleri İmamı olduğu kabul edilen Adil Öksüz nasıl oluyor
da Sakarya Üniversitesi’ndeki görevine devam edebiliyor ve defalarca yurt
dışına çıkabiliyor? Bu sorunun akla en yakın cevabı, Adil Öksüz’ün, 15
Temmuz veya benzeri istihbarat operasyonlarında kullanılmak üzere MİT
tarafından devşirilmiş bir kişi olması ihtimalidir.
3.4.
Sözcü Yazarı Saygı Öztürk: “Adil Öksüz’ün MİT elemanı olduğu akla geliyor, bu
konuda belge var, kod adı “TİMSAH”
Saygı Öztürk bu durumu aşağıdaki şekilde
ifade ediyor:
“– MİT elemanı olabilir mi?
Adil Öksüz’ün bir MİT elemanı olduğu akla
geliyor. Kitapta da buna ilişkin bir belge kullandım. Buna göre kod adı da
“Timsah” olarak geçiyor. Aslında “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’la da çok
benzerlikleri var. Yeşil tetikçi, Öksüz darbenin kilit ismi, Yeşil’i emniyetten
alıp götürüyorlar, Öksüz’ü adliyeden… Yeşil’in izine rastlanmıyor, Öksüz de
bulunamıyor. Yeşil için “öldürüldü, cesedi gömüldü” deniliyor. Öksüz için de
aynı şeyler söyleniyor. İkisi de sözde aranıyor…”
https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/feto-darbesinin-sirri-adil-oksuzde-gizli-2752087/
3.5.
Adil Öksüz’ün evi darbeden günler sonra aranıyor, Kemal Batmaz’la arasındaki
belge alışverişi bilinmesine rağmen incelenmiyor, Öksüz’ün ailesi onun korunup
kollandığını düşünüyor
Saygı Öztürk bu durumu aşağıdaki şekilde
ifade ediyor:
“– Adil’in ailesiyle de görüştünüz. Onlar
neler söyledi?
Öksüz’ün çevresiyle, ailesiyle konuşup,
onların da hayret ettiği bazı olaylar olduğunu öğrendim. Adil’in evinin
darbeden günler sonra aranmasına onlar da hayret ediyor. Kemal Batmaz’la belge
alışverişi olduğu bilinmesine rağmen, bunun üzerinde yeterince durulmadığını
söylüyorlar. Dahası, Öksüz’ün Türkiye’den çıkmış olabileceğine de pek ihtimal
vermiyorlar. Ama bildikleri başka bir şey, Öksüz’ün korunup kollandığıdır.
Bunları da devletin ortaya çıkarmasını istiyorlar.”
https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/feto-darbesinin-sirri-adil-oksuzde-gizli-2752087/
3.6.
CHP Milletvekili Eren Erdem, Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın 14 Temmuz
günü Adil Öksüz’le görüştüğünü iddia etmektedir
Eren Erdem’in bu iddiasını aşağıdaki
linkten izleyebilirsininiz:
https://www.youtube.com/watch?v=3QOvsusK_Tc
Adil Öksüz konusundaki bu ve benzeri
açıklanması imkânsız olgular ve şüpheler bir araya getirildiğinde Öksüz’ün,
Akıncı üssüne gidişinin ‘Cemaat darbesi’ algısını oluşturmak için kurgulanan
bir plan kapsamında gerçekleştiği konusunda ikna edici argümanlar oluşturuyor.
3.7.
Adil Öksüz 16 Temmuz saat 15.00’te Akıncılar Jandarma Karakolu tarafından
yakalanıyor ve 22 saat gözaltında kalıyor ama ifadesi alınmadığı gibi hakkında
gözaltı tutanağı da düzenlenmiyor
Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi bu
konuda şunları yazıyor:
“Adil Öksüz, 16 Temmuz saat 15.00’te
Akıncılar Jandarma Karakolu tarafından yakalanıyor. 22 saat sonra pazar günü
Sincan Adliyesi’ne çıkarılıyor.
Yakalanan kişilerin içinde tek sivil şahıs
Adil Öksüz. Ancak buna rağmen ne bir yakalama tutanağı tutulmuş ne ifadesi
alınmış. Basında gördüğümüz don-paça fotoğrafları da dosyasında yok. Hadi onu
geçtim. Adil Öksüz’ün tuvalete sakladığı yerde bulunan ve adli emanete
kaldırılan GPS’ten de söz edilmiyor. Böylece darbeye ilişkin çok önemli bir
kanıt mahkemeden saklanıyor. Adil Öksüz’le ilgili kararı veren hâkimler
fotoğrafı ve GPS cihazını basından öğreniyor. Adil Öksüz serbest bırakılınca
GPS cihazı kendisine teslim ediliyor.”
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/adil-oksuz-korunuyor-mu-40212196
3.8.
Adil Öksöz gözaltındayken kendi cep telefonunu kullanarak arama yapmış
Öksüz’ün gözaltında olduğu 17 Temmuz
günü saat 15:15, 15:20 ve 15:25’te üç ayrı kez Atatürk Araştırma Merkezi
Bilimsel Çalışmalar Müdürü Hasan Balcı ile görüştüğü ortaya çıktı. Bunun ortaya
çıkması üzerine Hasan Balcı tutuklandı.
Bunun ne anlama geldiğini değerlendirmek
için tekrar o güne dönmekte yarar var. Adil Öksüz, darbe girişiminin merkezi
konumundaki Akıncı Üssü’nün yakınında bir tarlada yakalanıyor, onun “hava
kuvvetleri imamı” olduğu karakol yetkilileri tarafından biliniyor, ancak her
nasılsa ortalığın toz duman olduğu, üst düzey generallere yoğun işkencelerin
yapıldığı bir ortamda gözaltındayken cep telefonu kendisine veriliyor
ve üç kez arama yapmasına izin veriliyor. O dönemde gözaltına alınan
birçok kişiye değil cep telefonu verilmesi, gözaltına alındıkları dahi gönlerce
ailelerine bildirilmiyor, aileler hastaneleri ve morgları dolaşarak bilgi
almaya çalışıyordu.
Adil Öksüz’ün kullanıldığı ve
korunduğunu ispatlayan ve bu çalışmada anlatılan onlarca somut bulgunun
hiçbiri olmasaydı, tek başına bu olay onun hangi konumda olduğunu göstermeye
yeterdi.
https://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/adil-oksuz-gozaltindayken-telefonla-konusmus-1408927/
https://www.yenisafak.com/gundem/adil-oksuz-gozaltinda-telefonla-konusmus-2536225
3.9.
Tanıklar Adil Öksüz’ün karakolda rahat olduğunu söylüyor
Sözcü Gazetesi, savcıya ifade veren
tanıkların, polisler gözaltındakilere çok sert davranırken Adil Öksüz’ün rahat
olduğunu, karakolda namaz kıldığını anlattıklarını yazdı.
3.10.
99 Kişi Ankara Emniyetine ve oradan da Ankara Adliyesine götürülüp
tutuklanırken Adil Öksüz Sincan Adliyesine götürülüyor, “Mahrem imam” olduğu
savcı ve hâkimden gizleniyor.
Sözcü yazarı Saygı Öztürk bu konuda
şunları ifade ediyor:
“Adil Öksüz’ün karakolda bulunduğu sırada
“FETÖ Mahrem İmamı” olduğu öğrenilmesine rağmen bu savcıdan da sulh ceza
hâkiminden de gizleniyor. Dosyanın içerisinde üstelik “sivil” değil “asker”
diye gösteriliyor. Bakın şu işe! 99 kişi adliyeye götürülüyor, sadece Adil
Öksüz serbest bırakılıyor.”
https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/saygi-ozturk/iste-adil-oksuzle-konustuklarim-1925224/
3.11.
Adil Öksüz’ün üzerinden çıkan ZTE 4G LTE olan GPS yer koordinat belirleme
cihazı” ve iki cep telefonu serbest bırakılırken kendisine iade ediliyor.
Darbe girişimin belki de en önemli
delili olabilecek bu cihazların Adil Öksüz’e nasıl teslim edildiğini tr724.com
yazarı Selim Gündüz şöyle anlatıyor:
“Bir jandarma personeli tuvalette kağıt
peçete kutusunda bir cihaz fark ediyor. “Buraya en son kim girdi” araştırılınca
Adil Öksüz’ün girdiği ortaya çıkıyor. Öksüz’e “Bu senin mi” diye sorulunca “Aaa
evet benim, tuvalette düşürmüşüm” diyor. Jandarma görevlisi, “Ne
düşürmesi, saklamışsın” diye tepki gösteriyor ama üstleri bu GPS cihazını
gizliyor. İlk kayıtlarda yer almıyor.”
http://www.tr724.com/adil-oksuz-kimdir-cemaat-mensubu-mu-yoksa-ajan-mi-1-selim-gunduz-yazdi/
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/adil-oksuz-korunuyor-mu-40212196
3.12.
Haziran 2017 tarihli iddianameye göre Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca
gözaltındayken Adil Öksüz’le görüşüyor ve aralarında Arapça konuşuyorlar.
Adil Öksüz’ün serbest bırakılmasına
ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen iddianame,
23 Haziran 2017 tarihinde Ankara 23’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi.
İddianamede 13’ü asker, 14’ü Emniyet Genel Müdürlüğü personeli ve 1’i
Başbakanlık müşaviri olarak görev yapan toplam 28 şüpheli yer aldı.
Şüphelilerin en dikkat çekeni ise,
Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca idi. Sarıkoca, 1997 yılında İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevine başladı.
2003 yılında AKP İletişim Koordinatörlüğü’ne getirildi. 2005 yılında
Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in özel kalem müdürlüğünü yaptı. Aynı yıl
Başbakanlık Halkla İlişkiler Başkanı oldu. Başbakanlık İletişim Merkezi’nin
(BİMER) kurucuları arasında yer aldı ve bu merkezi 7 yıl yönetti. O dönemde bir
yıl da Anadolu Ajansı (A.A) Başkanvekilliği görevini de yürüttü. 2012 yılından
Başladığı Başbakanlık Müşavirliği görevine 14 Temmuz 2017 tarihine kadar devam
etti. Anılan tarihte çıkarılan 692 Sayılı KHK ile kamudan ihraç edildi.
https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/saygi-ozturk/iste-adil-oksuzle-konustuklarim-1925224/
https://www.gunes.com/gundem/ali-ihsan-sarikoca-gorevinden-ihrac-edildi-803996
3.13.
Sözcü yazarı Saygı Öztürk: “Sarıkoca’nın kameralardan uzak bir yerde Adil
Öksüz’le Arapça konuşması bir sır.”
Saygı Öztürk bu konuda şunları ifade
ediyor:
“Darbe gecesi Başbakanlık Müşaviri,
Jandarma Karakolu’na niçin gelir, Adil Öksüz’e, kameralardan uzak Arapça neler söyler,
bu bile önemli bir sır. Tabii ki kendisiyle konuştum. O’nun da anlattıklarını
yazdım. O gece karakoldaki askerlerle, bazı polislerle konuşmakla kalmayıp,
hepsinin ifadelerini okudum. Çelişkileri yazdım.
https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/feto-darbesinin-sirri-adil-oksuzde-gizli-2752087/
3.14.
haberdar.com genel yayın yönetmeni Said Sefa: “Ali İhsan Sarıkoca Erdoğan’a çok
yakın ve kritik bir isim”
haberdar.com genel yayın yönetmeni Said
Sefa da Ali İhsan Sarıkoca’nın Erdoğan’a yakınlığı, üstlendiği kritik görevler
ve üst seviyede korunması konusunda çok açıklayıcı bilgiler vermektedir.
Aşağıdaki linkten bu bilgilere erişebilirsiniz:
https://twitter.com/sefa_said/status/879387141666734080
3.15.
Ali İhsan Sarıkoca’nın savcılık ifadesi yalan ve çelişkilerle dolu. Örneğin o
gece saat 3:00 da Kazan’da olduğunu söylemesine rağmen aslında o gece
Antalya’da bulunuyor ve darbe girimi başladıktan sonra Ankara’ya doğru yola
çıkıyor. Sarıkoca’nın telefonu sabah 5:07 ‘de Konya’da sinyal veriyor, 6:47’de
ise Kazan’da sinyal veriyor.
“ALİ İHSAN SARIKOCA’NI SAVCILIK İFADESİ
:
“Ben şuanda Başbakanlık’ta Başbakanlık
müşaviri olarak görev yapmaktayım. 15/07/2016 tarihinde de aynı görevi ifa
etmekteydim.
Ben darbe gecesi saat 03:00’ten sonra
Kahramankazan İlçesindeydim. İlçe Belediye Başkanlı ile beraber darbeye karşı
ne yapabiliriz ve sürekli bununla ilgili çalışmalar yapıyorduk.
16/07/2016 günü saatini tam
hatırlamadığımı ancak öğlene doğru emniyetten tanıdığım olan Serter
Koçak beni cep telefonumdan aradı. Serter Koçak benim aile dostum
olduğu için o gece sadece bir kez görüştük, kendisine ne olduğu konusunda
endişelerim vardı, Serter Koçak’ta bunu düşünmüş olacak ki telefonla beni
aradı. Kahramankazan’a görev için geleceklerini telefonla bana söyledi. Daha
sonra ikindi namazının hemen akabinde Serter Koçak’ı ben aradım, neredesin diye
sorduğumda kendisi bana Kışla jandarma karakolunda olduğunu söyledi, bunun
üzerine bende yanına yani Kışla Jandarma Karakoluna gittim.
Karakola saat 17:30-18:00 sıralarında
vardım. Karakol bahçesine geçtiğimde orada karakol binasının önünde darbeciler
sıraya dizilmiş vaziyette bulunuyordu. Karakolun bahçesinde Serter
Koçak ile konuşmaya başladık, konuşmamızda Serter Koçak bana
darbecilerden birisinin yardımcı doçent olduğunu ve FETÖ’nün imamı olduğunu
söyledi. Ben sabaha kadar darbecilerle uğraştım ve darbecilerin şehit
ettiği insanlarımız ve onların yakınlarıyla ilgilendiğimden dolayı çok
etkilendim, bu etkilenmemden dolayı Serter Koçak’ın bana söylemiş olduğu
FETÖ’nün imamı olduğunu söylediği yardımcı doçent ile görüşmek istedim ve
kendisiyle görüşmeye başladığım bu kişinin daha sonradan Adil
Öksüz olduğunu öğrendik. Adil Öksüz ile ben görüşmeye başladım.
Adil Öksüz bana kendisinin ilahiyatçı
olduğunu söylemesi üzerine bende hem imam hatip lisesi mezunu hem de hafız olduğum
için kendisine ‘bu kadar sivil vatandaşı İslamiyetteki hangi kritere
dayanak öldürdünüz’ diye sordum. Adil Öksüz bana cevaben ‘biz bunları
tasvip etmiyoruz’ dedi. Akabinde bana masum insanların öldürülemeyeceğine
ilişkin bir ayet okudu, ben de kendisine cevaben niçin söylediğiniz şeyleri
yapmazsınız mealindeki ayeti okudum ve kendisinin Müslüman olmadığına
inandığımı kendisine söyledim. Yanılıyorsam ve kendisinin de Müslüman olduğunu
kabul ediyorsa kendisinin ailesinin ve tüm Müslümanlar için bildiği her şeyi
anlatması gerektiğini kendisine söyledim. Bu sayede beldi ahiretini
kurtarabileceğini kendisine söyledim. Başını eğip sessiz kaldı. Bunun üzerinden
bende yanından ayrıldım, kendisiyle başka türlü bir irtibatım olmadı.
Adil Öksüz’ün FETÖ’nün imamı olduğunu
buradaki jandarma görevlileri de biliyordu, çünkü Adil Öksüz’ün FETÖ’nün imamı
olduğu konusu o gün orada dillendirilmişti ve herkes çok net bağırarak bunu
söylüyordu.”
3.16.
İddianameye göre, Adil Öksüz’ün Akıncılar Kışla Jandarma Karakolu’undan Ankara
Emniyetine getirilmeyerek serbest kalmasını sağlayan kişi, Başbakanlık Müşaviri
Ali İhsan Sarıkoca’nın o gün telefonla defalarca görüştüğü aile dostu polis
memuru Serter Koçaktır.
İddianamede bu konu hakkında şu
tespitler yapılmış:
“Adil Öksüz ile görüştükten sonra Adil Öksüz’ün FETÖ’nün
imamı olduğunu öğrendiği, görevi ve yetkisi olmadığı halde Kışla Jandarma
Karakoluna gelerek Adil Öksüz ile görüşmeler yaptığı ve bu konuda
Adil Öksüz’ün Kışla Jandarma Karakolundan İl Emniyet Müdürlüğüne getirilmesini
sağlamayan Serter Koçak ile çok sayıda telefonda görüşmesi yaptığı, 17/07/2016
tarihinde karayolu ile Ankara’dan İstanbul’a doğru hareket ettiği…”
3.17.
Adil Öksüz ve Ali İhsan Sarıkoca’nın, Adil Öksüz’ün serbest kalmasından sonra
İstanbul’da görüştükleri iddia ediliyor.
Takvim Gazetesine göre, Ali İhsan
Sarıkoca, Adil Öksüz’ün salıverilmesinden 1 gün önce İstanbul’a gidiyor,
oradayken Serter Koçakla 7 kez görüşme yapıyor, Adil Öksüz de serbest
bırakıldıktan hemen sonra İstanbul’a gidiyor ve sabah 9:27 de Sabiha Gökçen
Havaalanı’na indikten sonra Ankara Batı Adliyesi’nde görevli Zeki Çınkır ile
görüşüyor, Serter Koçak da o sırada Ali İhsan Sarıkoca’yı arıyor, Öksüz ve
Sarıkoca’nın telefonları yakın zaman dilimi içinde Üsküdar çevresinde sinyal
veriyor.
Takvim’in 14.07.2017 tarihli haberinden
alıntı:
“3 GÜNDE 7 GÖRÜŞME
15 Temmuz gecesi Antalya’dan Ankara’ya
gelen, 16 ve 17 Temmuz gündüz sürekli Kazan ve çevresinde bulunan Ali İhsan
Sarıkoca 17 Temmuz’da sürpriz bir şekilde İstanbul’dan çıktı. İstanbul –
Sütlüce ve Üsküdar çevrelerinde bulunan Sarıkoca, buradan da Serter Koçak ile
görüşmeye devam etti.
Ali İhsan Sarıkoca, apar topar gittiği
İstanbul’da bir gün kaldı. Telefonu 19 Temmuz akşamı Ankara’da yeniden sinyal
verdi. İstanbul’dan Ankara’ya döndükten sonra 3 gün boyunca Serter Koçak ile
bazıları gece yarısından sonra 7 görüşme daha yaptı. İkilinin görüşmeleri, Adil
Öksüz’ün kaybolmasından sonra 22 Temmuz’da kesildi.
ŞÜPHE VERİCİ TESADÜF
HTS kayıtları, sanık Ali İhsan
Sarıkoca’nın 18 Temmuz’da da İstanbul’da olduğunu gösterdi. Ne tesadüf ki aynı
gün salıverilen Adil Öksüz de İstanbul’a geçti ve telefonu Üsküdar çevresinden
sinyal verdi. Adil Öksüz görüşmelerini, o sıralarda Ankara Batı Adliyesi’nde
görevli polis memuru Kahramanmaraş’tan hemşerisi olan Zeki Çınkır ile
yapıyordu. Zeki Çınkır, Sabiha Gökçen Havaalanı’na 09.27’de varan Öksüz ile
görüştü, Serter Koçak da o sırada İstanbul’da olan Ali İhsan Sarıkoca’yı
aradı..”
https://www.takvim.com.tr/guncel/2017/07/14/ali-ihsan-sarikoca-khk-ile-ihrac-edildi
3.18.
AKP’li yetkililer de Sarıkoca’nın Adil Öksüz’le görüşmesine anlam verememiş (!)
3.18.1.
Adalet Eski Bakanı Bekir Bozdağ: “Darbe olmuş Başbakanlık müşavirisiniz gidip
konuşuyorsunuz, siz kimsiniz?”
Bozdağ’ın açıklamalarından satırbaşları
şöyle:
“Aklıma yatmayan sorular var. Onun da
orada tutuklanması lazımdı. Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca’nın, Adil
Öksüz’ü ziyareti Makul değil. Darbe olmuş Başbakanlık müşavirisiniz gidip
konuşuyorsunuz siz kimsiniz? O da sanıklardan biri yargıda hesabını verecek ve
adalet yerini bulacak”
3.18.2.
AKP Manisa Milletvekili ve TBMM Darbe Araştırma Komisyonu üyesi Selçuk Özdağ,
Ali İhsan Sarıkoca’nın yalan söylediğini ve bu kişinin Adil Öksüz’le
bağlantısının araştırılması gerektiğini belirtiyor.
Darbe Araştırma Komisyonu üyesi de olan
Selçuk Özdağ şunları söylüyor:
“Sarıkoca kendisiyle ilgili iddialara
neden kaçamak cevaplar veriyor, neden gerçekleri söylemekten kaçınıyor ve yalan
söylüyor, iddialar şayet doğruysa Adil Öksüz’le görüşmüşse Öksüz’le olan bağı
nedir? Tüm bunlar aydınlatılmalıdır, savcıları göreve davet ediyorum”
diyor.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/akpli-ozdagdan-flas-iddia-sarikoca-yalan-soyluyor-167326h.htm
3.19.
Herkesi bir çırpıda “FETÖCÜ” ilan ediveren Saray Medyası Sarıkoca’yı neden
‘FETÖCÜ’ ilan etmedi?
Çok ilginç bir şekilde Sarıkoca
konusunda Saray medyasında utangaç bir sessizlik hâkim. Sözcü Gazetesinin
sahibi ve Cumhuriyet yazarları gibi zıt ideolojideki kişileri bile bir çırpıda
‘FETÖCÜ’ ve terörist ilan edip günlerce manşetten haber yapan saray medyasında
bir tarama yaptım, Sarıkoca hakkındaki tüm iddialara yer vermelerine rağmen onu
hala ‘FETÖCÜ’ ilan etmediklerini görünce, Abdullah Gül’ün tabiriyle ‘insan
gerçekten hayret ediyor’.
3.20.
Sarıkoca olayı neden 11 ay sonra medyaya yansıdı?
Ayrıca, kontrollü darbeyle ilgili
yapılan soruşturmaların tümünde; alınan ifadeler ve elde edilen bilgiler (çoğu
zaman yalanlar) en ince detayına kadar saray medyası aracılığıyla servis
edilirken, 15 Temmuz’un en gizemli ve en önemli figürü olarak tanıtılan adamın
firarında rol oynayan kişilerle ilgili kritik bilgileri 11 ay sonra, 23 Haziran
2017 tarihinde, ancak iddianame düzenlendiğinde öğrenebiliyoruz.
3.21.
Ali İhsan Sarıkoca hiç tutuklanmadı dahası, hakkında dava açıldıktan sonra da
Başbakanlık Müşavirliği görevine devam etti ve ancak 14 Temmuz 2017 tarihinde
tarihte çıkarılan 692 Sayılı KHK ile kamudan ihraç edildi.
Adil Öksüz’ün 80 yaşındaki kayınvalidesi
onun kaçmasına yardı ettiği iddiasıyla tutuklanıp tekerlekli sandalye ile
cezaevine gönderildi, kardeşi ve baldızı da dâhil yakın akrabalarından çok
sayıda kişi de sırf akrabalık bağı nedeniyle tutuklandı.
Ancak, darbe girişiminin merkezindeki
Adil Öksüz’le hiçbir adli görevi olmadığı halde gözaltındayken görüşen ve onun
serbest bırakılmasında kritik bir öneme sahip olduğu anlaşılan bir kişinin
tutuklanmak bir tarafa, hakkındaki ceza soruşturması süresince ve hatta dava
açıldıktan sonra da Başbakanlık Müşavirliği görevinde tutulması onun feci halde
korunup kollandığını göstermektedir.
https://www.gunes.com/gundem/ali-ihsan-sarikoca-gorevinden-ihrac-edildi-803996
3.22.
O ana kadar 27 darbeci hakkında tutuklama kararı veren Sulh Ceza Hâkimi Köksal
Çelik her nasılsa Adil Öksüz’ü serbest bırakıyor.
Hâkim Köksal Çelik’in 17/25 Aralık
sonrasındaki süreçte Cemaatle iltisaklı şirketler hakkında ilk kayyım atama
kararını veren hâkim olduğunu ve dolayısıyla cemaatle bir bağlantısı olmadığını
vurgulayan Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, serbest bırakılma durumunun
garipliğini şöyle ifade ediyor:
“Adil Öksüz’ün ifadesini savcı Cihan Ergün
alıyor. Adil Öksüz, Kazan’da arsa bakmaya geldiğini söylüyor. Tutuklanması
talebiyle mahkemeyle sevk ediliyor. Adil Öksüz’ün ifadesini alan hâkim Köksal
Çelik, o ana kadar 27 darbeci hakkında tutuklama kararı vermiş. Sıra Adil
Öksüz’e gelince saat 05.51’de savcı Cihan Ergün’ü arıyor. 0505 217 …. numaralı
telefondan 107 saniye süren bir görüşme yapıyorlar. Hâkim, dosyada şahısla
ilgili bir delil olmaması nedeniyle yurtdışına çıkış yasağı koyup serbest
bırakmayı düşündüğünü söylüyor. Görüşmede, “Olur, uygundur” gibi bir sonuca
varılıyor. Savcı öğleden sonra ise serbest bırakılması kararına itiraz ediyor.
Keşke tutuklama kararı verilseydi ama iş işten geçmiş.
Adil Öksüz işinde tek sorumlu hâkimler
değil. Silsile halinde hatalar yapılıyor. Yoksa hâkim Köksal Çelik 1.5
yıl önce Sincan’da FETÖ’cü bir şirket hakkında ilk kayyum kararını veren isim.
Bu yapıyla ilgisi yok.”
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/adil-oksuz-korunuyor-mu-40212196
3.23.
Adil Öksüz’ü serbest bırakan ve buna ilişkin itirazları reddeden Sulh Ceza
Hâkimleri 5 ay daha bu göreve devam ettiler.
Adil Öksüz’ü serbest bırakan Sulh Ceza
Hâkimi Köksal Çelik ile bu karara yapılan itirazı reddeden Sulh Ceza Hâkimi
Çetin Sönmez Aralık 2016 tarihine kadar sulh ceza hakimliği görevine devam
ettiler. Darbeyle ilgileri olmadığı halde 2740 hâkim ve savcının 15 Temmuz
gecesi bir çırpıda gözaltına alınıp tutuklandığı ve hemen sonrasında ihraç
edildiği bir düzende, darbenin en kritik ismini serbest bırakan bu iki hâkimin
5 ay daha Sulh Ceza Hâkimliği gibi kritik bir göreve devam etmeleri onların
saray tarafından korunduğunu göstermektedir.
Konunun muhalefet tarafından sürekli
gündeme getirilmesi üzerine her iki hâkim Aralık 2016 tarihinde açığı alındı.
Ancak haklarındaki idari soruşturma kaplumbağa hızıyla ilerledi ve nihayet 15
Temmuz’dan 2 yıl 3 ay sonra Kasım 2018 tarihinde ihraç edildiler.
https://www.yenisafak.com/gundem/adil-oksuzu-birakan-hakimler-meslekten-ihrac-edildi-3405952
3.24.
Adil Öksüz’ü serbest bırakan hâkim değil serbest bırakılma kararına yapılan
itirazı reddeden hâkim tutuklandı ve ceza aldı
Sulh Ceza Hakimi Köksal Çelik, 16 Temmuz
günü Akıncı Üssü’nün 1 km yakınında yakalanan Adil Öksüz’ün “Kazan’da arsa
bakıyordum” yalanına itibar ederek onu serbest bırakıyor ve Adil Öksüz hemen
İstanbul’a gidiyor. Savcı öğleden sonra bu karara itiraz ediyor, diğer Sulh
Ceza Hâkimi Çetin Sönmez bu itirazı reddediyor. Çetin Sönmez itirazı kabul
etseydi bile o saat itibarıyla Adil Öksüz zaten firar etmiş durumdaydı.
Ancak ilginç bir şekilde Adil Öksüz’ün
firarının asıl sorumlusu olan Hâkim Köksal Çelik hiç tutuklanmadığı gibi
hakkında bir ceza soruşturması dahi açılmadı. Yukarıda belirttiğim gibi her iki
hâkim 5 ay daha Sulh Ceza Hâkimliğine devam ettikten sonra açığa alınıp Kasım
2018 tarihinde ihraç edildiler.
Hâkim Çetin Sönmez ise yandaş medyada
sürekli olarak “Adil Öksüz’ü serbest bırakan hâkim” olarak yer aldı.
Mayıs 2017 tarihinde gözaltına alındı, itirafçı olduğu iddia edildi, önce
ev hapsine alındı ancak emniyetteki ifadesini savcılıkta değiştirdiği
gerekçesiyle 23 Mayıs 2017 tarihinde tutuklandı. Yargılama sırasında Cemaatle
ilgisinin olmadığını, aleyhindeki tanık beyanlarının 20-25 yıl öncesine ait
olduğunu, Adil Öksüz’ün nezaret görüntülerinin incelenmesini ve bir kısım
tanıkların dinlenmesini istedi. Bu talepleri reddedilerek 29 Ağustos 2018
tarihinde kendisine “Silahlı örgüt üyeliği” suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası verildi. https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/475951.aspx https://www.aksam.com.tr/guncel/hakim-cetin-sonmeze-8-yil-9-ay-hapis-cezasi–verildi/haber-768458
Her iki hâkim de Erdoğan’ın “proje”
olarak takdim ettiği Sulh Ceza Hâkimi idiler. Bu mahkemelere atanan hâkimler
HSK tarafından titizlikle seçilmektedir. Temel atama kriteri ise, kritik
davalarda verilen talimatlara göre tutuklama kararı verebilecek tıynette
olabilmeleridir. Talimatlara aykırı davranan Sulh Ceza Hakimleri hemen görevden
uzaklaştırılırlar.
Örneğin Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı
Birol Erdem’in eşi Gülümser Erdem’i tahliye eden Ankara Sulh Ceza Hâkimi Yunus
Süer, bu kararın ardından hemen yandaş medyada “FETÖCÜ” ilan edildi ve ardından
Çorum’a sürüldü. https://www.sabah.com.tr/gundem/2017/09/03/korsan-tahliyeci-hkimin-feto-imami-trafigi Halbuki Yunus Süer 15 Temmuz öncesinde Akın
İpek’e ait Koza Holding’e kayyım atayarak ne kadar sadık ve kullanışlı bir
“hâkim” olduğunu ispatlamıştı. http://aktifhaber.com/gundem/kayyim-atadi-okul-basti-yuzlerce-hukuksuz-tutuklama-yapti-ama-yaranamadifcu-diye-infaz-ettiler-h103357.html
Sonuç olarak Adil Öksüz’ü serbest
bırakan ve firarına neden olan Hâkim saray ve HSK tarafından korunurken,
Öksüz’ün firarından saatler sonra yapılan itirazı reddeden hâkim kurban olarak
seçilerek tüm günahlar ona yüklenmiş gibi gözüküyor. Ancak her ikisinin de
aylarca görevde tutulmaları ve 2 yıl 3 ay sonra ihraç edilmeleri tıpkı
Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca gibi onların da uzun bir süre
korunduğunu ancak mecburiyet gereğince birinin feda edildiğini göstermektedir.
3.25.
Reiana katili Masharipov’un yakalanması için 1000 kişilik özel bir ekip kurup
100 bin saat kamera görüntüsünü inceleyen ve katili 16 gün sonra yakalayan
Emniyet, Adil Öksüz için kılını kıpırdatmadı
Reina saldırganı Masharipov’un
yakalanması için İstanbul Emniyeti’nin 1000 kişilik özel bir ekip kurduğu ve
100.000 saat süren kamera görüntülerinin saniye saniye izlendiği açıklandı. Bu
yoğun çalışma sonunda Masharipov saldırıdan sadece 16 gün sonra yakalandı.
Aynı şey neden Adil Öksüz için
yapılmıyor? Masharipov için 1000 kişilik bir ekip kuranların, 15
Temmuz’un kilit adamı dedikleri Adil Öksüz için 5000 kişilik bir ekip kurmaları
ve milyonlarca saatlik kamera görüntüsü izlemeleri gerekmez miydi? Amaç,
gerçekten onu yakalamak olsaydı bu konuda her şey yapılır ve er geç yakalanırdı.
Tabi eğer hala hayattaysa!
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/reina-saldirgani-istanbulda-yakalandi-40337517
3.26.
Adil Öksüz’ün serbest kaldıktan sonra Samsun İlk Adım Belediye Başkanı evine
götürüldüğü iddia edilmektedir.
tr724.com yazarı Selim Gündüz bu konuda
şunları ifade etmektedir:
“Serbest kalan Öksüz, MOBESE kayıtların
göre AKP Samsun Milletvekili Fuat Köktaş’a ait bir araç ile Samsun’a
geliyor. Yine aynı araçla Samsun İlk Adım Belediye Başkanı Erdoğan Tok’un evine
gidiyor. Bu, basına yansıyınca savcılık Tok’u ifadeye çağırıyor. Belediye
başkanı iddiaları kabul etmeyince önüne MOBESE kayıtları konuyor ve Tok bunun
üzerine “Bana gönderilen kişinin Adil Öksüz olduğunu bilmiyordum” diyor. Bu
haber Cumhuriyet ve Aydınlık’ta yayınlandı. Savcılık yalanladı ama yargının
tamamen siyasetin emrine girdiği bir ortamda bu yalanlama ne kadar
inandırıcı bilmiyoruz.”
http://www.tr724.com/adil-oksuz-mit-elemani-mi-2-selim-gunduz-yazdi/
3.27.
Adil Öksüz arandığı sırada bankadan para çekmiş
odatv.com bu konudaki haberi şöyle
veriyor:
“Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun (MASAK)
Adil Öksüz’ün para hareketlerine ilişkin gönderdiği raporda ise çarpıcı bir
bilgi yer aldı. Rapora göre, Öksüz serbest kaldıktan ve hakkında yakalama
kararı çıkartıldıktan sonra bile bankadaki hesaplarından para çekti. Öksüz’ün
hesap bakiyesi, 17 Temmuz 2016’da 5 bin 460 TL iken 18 Temmuz 2016’da 2 bin
lira eksilerek 3 bin 460 TL’ye düştü. Aynı hesapta 20 Temmuz 2016’da ise 886
lira para çekildi ve bakiye 2 bin 573 liraya indi. Öksüz’ün bir başka bankadaki
hesabındaki bakiyenin 1 Temmuz 2016’da 5 bin TL iken, 19 Temmuz 2016’da bin
lira eksilerek 4 bin liraya düştüğü belirlendi.”
https://odatv.com/aranan-adil-oksuz-bankadan-para-cekmis-2607171200.html
Adil Öksüz arandığı dönemde bankaya
giderek para çekemeyeceğine göre bankamatikten para çekmiş olabilir veya
havale, EFT veya online alışveriş yaparak hesabındaki parayı harcamış olabilir.
Diğer ihtimal ise bu işlemler onun bankamatik kartına veya onun online hesabını
kullanma yetkisine sahip bir kişi tarafından yapılmış olabilir.
Bu işlemlerin tamamı işlemi yapan
kişinin bulunduğu yeri belirleyen işlemlerdir. Önemli suçlarda kişilerin banka
hesapları takibe alınır ve yaptığı her işlemde yeri tespit edilir. Online alışveriş
de dahil olmak üzere online bankacılık işlemlerinde hesap sahibinin telefonuna
onay kodu veya mesaj geleceğinden yer tespiti daha da kolay yapılmaktadır.
Eğer bu bankacılık işlemlerini Adil
Öksüz kendisi gerçekleştirmişe bunlar takip edilerek onun yeri kolayca tespit
edilebilirdi. Eğer işlemleri onun hesap bilgilerine veya telefonuna sahip biri
yapmışsa o kişi tespit ve takip edilebilir ve onun üzerinden Adil Öksüz’e
ulaşılabilirdi.
Adil Öksüz’ün, gündemin ana unsuru
olduğu günlerde dahi onun hesap hareketlerinin izlenmediği anlaşılıyor.
Anlaşılan o ki, “Kazan’da arsa bakıyordum” gibi absurd bir yalana rağmen onu
serbest bıraktıran güç, onun takip edilmemesini de sağlamıştı.
3.28.
Henüz ortada suç yokken “suçluların” listesini yapıp onları tutuklamak için 15
Temmuz’u bekleyen bir organizasyonun, o listedekilerin ve daha yüzbinlercesinin
suçlu olduğu konusunda toplumu ikna edici olabilmek için Adil Öksüz ve
benzerlerini devşirip kullanmış olması çok beklenebilir bir durumdur.
15 Temmuz gecesi derhal işleme
konulan “tutuklanacak hâkimler-savcılar ve subaylar listesinde”,
aylar öncesinde vefat etmiş bir savcının ve bir subayın isimleri de
bulunmaktaydı. Bu durum, bu listelerin aylar öncesinden yapıldığını ve 15
Temmuz’u beklediğini göstermektedir. Diğer deyişle “suçlular” çok
önceden bulunmuştu ve onlara uygun bir suç aranıyordu. Aranan suç da
15 Temmuz gecesi bulunmuş oldu.
Önce suçluyu sonda da suçu bulan bir
yapının suçu ilan ettiği kişilerle suç arasında ikna edici bir bağ kurulmasını
sağlayacak unsurları kullanması herhalde şaşırtıcı olmayacaktır.
4. Hitler, kontrollü Reichstag yangınını tüm gücü
elinde toplamak için kullanmıştı. Erdoğan da 15 Temmuz’u aynı amaçla kullandı.
15 Temmuz olayı tıpkı 1933 yılında
meydana gelen Alman Parlamentosu (Reichstag) yangını ve sonrasında yaşananlara
benzemektedir. Yangın sonrasında olay yerine gelen Hitler, orayı bir miting
alanına çevirerek Alman birliğine karşı kokteyl bir örgütle saldırı yapıldığını
belirterek şunları söyler:
“Artık acıma yok. Kim yolumuza çıkarsa,
kafasını keseceğiz. Alman halkı artık merhamet göstermeye tahammül göstermez.
Komünist milletvekilleri daha bu gece asılmalı. Bu ülkede komünizmle ilgili ne
varsa, dümdüz edilecektir. Reichstag yangını içinde olan sosyal demokratlara da
artık acıma yok.“
Ertesi sabah bir kararname çıkarılarak
Anayasal haklar askıya alındı. Bu yangını bir komünist işçinin çıkardığı
iddiasına dayanılarak Hitler’e muhalif olan herkes komünist çuvalı içine
konuldu ve kısa bir süre içinde 100 bin kişi tutuklandı. Bu yangın sonrasında
Hitler, tüm gücü kendinde toplayarak faşist bir rejim kurdu. https://www.birgun.net/haber-detay/reichstag-yangini-bugunlerde-ne-anlatir-104951.html
Benzer şekilde, 15 Temmuz gecesi
yaklaşık 3000 kişilik bölümü erlerden ve askeri öğrencilerden oluşan toplam
8.651 askerin başlattığı akla ziyan askeri kalkışmanın daha başlangıcında
Erdoğan fail “Paralel Yapı” diyerek suçluyu ilan etti. OHAL ilan ederek
Anayasayı askıya aldı, darbeyle uzaktan yakından alakası olmayan yüzbinlerce
insanı “FETÖ” çuvalına atarak gözaltına aldırdı, Cumhuriyet ve Sözcü gazeteleri
örneğinde olduğu gibi tüm muhalifleri bu yolla bastırmayı denedi.
Buna ilişkin onlarca somut veri
bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını belirteceğim:
5. EMASYA PROTOKOLÜ hükümleri 14 Temmuz 2016 tarihinde
yani darbe girişiminden bir gün önce resmi gazetede yayınlanarak
kanunlaştırıldı.
EMASYA, İçişleri Bakanlığı ile
Genelkurmay Başkanlığı arasında 7 Temmuz 1997’da imzalanan bir protokoldü. Bu
doğrultuda, il İdaresi Kanunu’nda değişiklik yapılarak polisin yeterli olmadığı
durumlarda askerlere toplumsal olaylara müdahale yetkisi getiriyordu.
Ancak bu düzenleme “Darbeyi
kolaylaştırıcı unsur” olarak görüldü ve Erdoğan, Ergenekon ve Balyoz
davalarının devam ettiği dönemde EMASYA için “Böyle protokol olmaz, bu işi
bitireceğiz,” dedi ve akabinde kaldırdı.
Ancak manidar bir şekilde, 14 Temmuz
2016 tarihinde yürürlüğe giren 6722 Sayılı Kanun’un (Resmî
Gazete Sayı: 29770) 12. ve 13. maddesi, önceki EMASYA
protokolünden daha geniş yetkiler tanıyarak yürürlüğe konuldu. Bu yasaya göre
asker validen izin almadan birlik komutanının emriyle operasyon ve arama
yapabilecek. Arama yapması için mahkeme kararı da gerekmeyecek. Ve en önemlisi
askerin bu döneme ilişkin suçlarından dolayı yargılanması izne tabi olacak ve
sivil mahkemelerde değil, askeri mahkemelerde yapılacak. Asker ve polisin ortak
operasyon yapması halinde emir ve komuta yetkisi askerde olacak. Bunun tam
Türkçesi askerin işlediği suç “Görev suçu” sayılacak
Bu durumda, Erdoğan’ın şu soruyu
cevaplaması gerekiyor: 1- Daha önce “darbelere imkan veriyor diye kaldırdığı
EMASYA protokolü hükümlerini darbeden bir gün önce ve daha geniş yetkiler ve
koruma zırhı sağlayarak neden yürürlüğe koydu?
Darbecileri harekete geçiren şey,
Akar’ın ve diğer üst düzeylerin kendilerinin yanında olduğuna ve TSK’nın bir
bütün halinde hareket edeceğine olan inançlarıydı. Aksi halde 4.000 kişilik bir
güçle, böyle halk desteğine sahip bir hükümeti devirmeye kalkamazlardı
herhalde. Birileri yanlış bilgilerle onları cesaretlendirip sahaya çıkardı.
6- Hakan Fidan’ın, Erdoğan’ın ve Binali Yıldırım’ın
darbeyi öğrenme saati başta olmak üzere gerçeğe aykırı ve tutarsız tutum ve
beyanları:
6.1.
MİT/Devlet darbe girişimini saat kaçta öğrendi
Devletin resmi verilerine göre 15 Temmuz
günü saat 14:20’de MİT’in Yeni Mahalle yerleşkesine gelen Pilot Binbaşı O.K.
darbeyi haber veriyor. Sonrasında Hakan Fidan saat 18:00 da Genelkurmay
Karargahına gidip Hulusi Akar’la görüşme yapıyor.
http://www.gunes.com/gundem/mt-kalkismayi-1600da-genelkurmaya-bildirmis-704515
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/477012.aspx
Darbenin aslında haftalar öncesinden
bilindiğini gösteren çok sayıda veriyi ve Hakan Fidan’ın Hulusi Akar’la bir gün
önce yaptığı uzun toplantıyı şimdilik bir yana bırakıp devletin resmi
kayıtlarını esas alarak MİT’in darbeyi o gün saat 15:00 da öğrenmiş olduğunu
kabul edelim.
Darbenin birincil hedefi Cumhurbaşkanı
olduğuna göre MİT’in bunu anında Erdoğan’a iletmediğini kimse ileri süremez
herhalde. Zira Cumhurbaşkanı o gün otelde ve ulaşılabilir durumda, o saatlerde
yerel basın mensupları da dâhil olmak üzere çok sayıda kişiyle görüşmeler
yapıyor. Yani ulaşılamama durumu söz konusu değil.
6.2.
Darbeyi saat 15:00’da öğrenen Hakan Fidan neden hiçbir şey olmamış gibi Diyanet
İşleri Başkanı’yla yemek yiyor?
Pilot Binbaşı O.K. Hakan Fidan’a, darbe
yapılacağını ve kendisinin kaçırılacağını açık şekilde anlattıktan sonra Fidan
saat 18:00 civarında Genelkurmay’a gidip durumu Hulusi Akar’a iletiyor, Akar
uçuş yasağı koyuyor, Fidan ve saat 20:00 civarında MİT’e dönüyor ve saat 22
civarında Diyanet İşleri Başkanı ve Suriyeli Muhaliz Muaz el-Hatip’le yemeğe
oturuyor. Henüz çorbaya başlamışken de gelen haber üzerine Fidan masadan kalkar
ve odadan çıkar.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/o-gece-mite-gelen-telefon-40532079
6.3.
Diyanet İşleri Başkanı MİT Karargahındayken darbeyi eşinden gelen telefonla
öğreniyor !!!
Saat 22:00 civarında Hakan Fidan’ın
çorbasını yarım bırakıp kalkmasından sonra helikopter ve patlama sesleri
duyulur. Görevliler Diyanet İşleri Başkanı Görmez’i sığına yönlendirir,
asansördeyken Görmez’in eşi arar ve darbe olduğunu söyler ama Görmez inanamaz
ve ““Ben bu işi en önce haber alacak yerdeyim (MİT’te). Onlar öyle bir şey
söylemedi.” der.
6.4.
Başbakan saat 22:40 civarında Hakan Fidan’ı arıyor ama Fidan ona Darbe olduğunu
söylemiyor.
Saat 22:00 ila 22:30 arasında MİT
yerleşkesine iki kez helikopterle roketli saldırı düzenlenmişti. Artık darbe
fiilen de başlamıştı zaten. Ancak Fikret Bila’ya verdiği röportajda Başbakan,
saat 22:40 civarında Hakan Fidan’la görüştüğünü ancak Fidan’ın kendisine
darbeden bahsetmediğini söyledi. Başbakan Yıldırım doğru söylüyorsa “Fidan
neden haber vermedi” sorusunun sorulması gerekir. Veya Fidan haber verdiyse,
Başbakan neden bunu yalanlar?
Başbakan, başka bir tarihte bir televizyon
programında da, “Darbeyi eşimizden dostumuzdan öğrendik” demişti.
6.5.
Erdoğan: “Darbeyi saat 4:00’da Eniştemden öğrendim” (REUTERS Röportajı, 21
Temmuz 2016)
Erdoğan darbeyi nasıl öğrendiğini ilk
kez 21 Temmuz 2016 tarihinde REUTERS’e yaptığı konuşmada açıkladı. Erdoğan,
saat 4 civarında öğrendiğini belirttikten sonra o akşam saat 20’ye kadar attığı
adımları anlatıyor. Hiç değiştirmeden aşağıya alıntıladım:
“..4-5 günlük tatil için Marmaris’teydim
ailem ve damadımla beraber. Saat 4:00-4:30 (16:00-16:30) civarında eniştemden
bir telefon aldım. Bu telefonda İstanbul’da bazı sıkıntılar var, Beylerbeyi
Sarayının orada askerler tarafından yollar kesiliyor, araçlara köprüye geçit
vermiyorlar. Tabi bu haberi alınca ben hemen inanmadım. Hemen MİT
Müsteşarımızı aradım, ulaşamadım. Gen. Kur Başkanını aradım ulaşamadım. Çünkü
telefonlara cevap veremiyorlardı. Doğrusu bir yerde beklemeye girdik ve
Başbakanla irtibat kurma gayretinde olduk. Sıkıntılı da olsa Başbakanımızla
irtibatlaştık. Saat 8:00’a (20:00) kadar bu süreç devam etti. Saat 8:00’da
bulunduğumuz yerde değerlendirme tabi yaptık. Neden sonra televizyonlarda da
görmeye başlayınca hemen ilk işim oradaki televizyon medya gruplarını
bulunduğumuz yere davet ettim. Davet etmek suretiyle ilk açıklamayı onlara
yaptım. Fakat yaptığım açıklama televizyonlarda o anda yayınlanmadı. Ve bu defa
cep telefonunda bir yayına girmenin isabetli oluğunu düşündük. 4 televizyon
önce CNN ardından A Haber, ardından NTV ve ardından TGRT kanallarıyla
irtibatlaşarak televizyonda görüşlerimi ifade ettim….”
6.6.
Erdoğan “Darbeyi 21.30’da Ziya Eniştemden öğrendim” (A Haber Röportajı, 30
Temmuz 2016)
Erdoğan bu röportajında, darbeyi
eniştesinden 21:30’da öğrendiğini söylüyor, daha önce saatleri
karıştırmışım diyerek düzeltme yapıyor ve bu kez karıştırmamak için kağıda
bakarak saatleri söylüyor.
Ancak Erdoğan’ın “daha önce saatleri
karıştırmışım” şeklindeki düzeltmesi de gerçeğe aykırı. Çünkü 21
Temmuz tarihli REUTERS röportajında saat 16:00 civarında eniştesinden darbeyi
haber aldıktan sonra akşam saat 20:00 a kadar yaptığı bir çok şeyi anlatıyor ve
bunların hepsi de darbe girişimiyle ilgili işler. Örn. Erdoğan, MİT
Müsteşarını ve Gen. Kur başkanını aradığını ancak ulaşamadığını, Başbakanla
irtibat kurduğunu, bu sürecin saat 20:00’a kadar sürdüğünü, saat 20:00 da
değerlendirme yaptıklarını anlatıyor. Yani o röportajda anlattığı tüm işleri, A
Haber röportajında darbeyi öğrenme saati olarak belirttiği 21:30’dan önce
gerçekleştiriyor.
Erdoğan’ın A HABER’e verdiği
röportajdaki sözlerinin ilgili bölümlerini olduğu gibi aşağıya alıntıladım:
“Sunucu: Darbeden ne zaman haberdar
oldunuz?
Erdoğan : (sağ tarafındaki
sehpa üzerinde bulunan kağıtta yazılanlara bakarak konuşuyor) “…Bu işin kronolojisi olarak bakacak olursak o gün 21:15 civarında
filan Ankara ve İstanbul’da askeri araç gereçlerin bir hareketlenme içinde
olduğuna dair böyle bir şeyin başladığını duyuyoruz ama ben tabi en
önemlisi saat 21:30 civarında, daha önce saatleri de karıştırmışım,
eniştem beni arıyor ve diyor ki Beylerbeyi Sarayı önünde bir hareketlilik var.
Asker orada araçlarla geldi ve sivil araçların köprüye girişini engelliyor
dedi. Bu haberi aldıktan sonra ben inanamadım, Ziya dalga mı geçiyorsun dedim.
Daha sonra biz MİT müsteşarımı aradık ama ulaşamadık ilk etapta. Aynı şekilde
Genelkurmay başkanımı aradım ona da ilk etapta ulaşamadım. Ve daha sonra sayın
Fidan’a ulaşma fırsatı olduğunda kendisinden bu bilgileri almaya başladım
Sunucu: “Saat kaç idi hatırlıyor
musunuz?”
Erdoğan: (Sehpa üzerindeki kağıdı bu kez eline alıp
okuyor) “Şöyle bir isabetli olsun verdiğim bilgi, yani bu konuda
tabi arada özellikle Başbakanımızla irtibat halindeyim onunla görüşüyorum ve
şey noktasında tabi Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Meclis filan bunların
durumlarını gördükçe tabi ciddi manada bir sıkıntı oluyordu. Yani 22:00’a doğru
sayın Fidan’a ulaşma imkanım oldu ve o sırada kendisiyle bunlar görüştük ve
böyle bir durumun olduğunu ve kendisinin Genelkurmay’a gittiğini, Genelkurmay’da
olduğunda henüz bu işin tam hareketlenmediğini, Genelkurmay’dan ayrılıp
geldiğini ve 20:30 gibi filan herhalde tekrar MİT’e dönmüş oradan izlemeye
başlamış, tabi MİT’e geldikten sonra MİT de bombalanmaya başladı ve herkes
sığınaklara girmiş…”
6.7.
Erdoğan darbe gecesi Atatürk Havaalanı’nda yaptığı konuşmada: “öğleden sonra
TSK içinde bir hareketlilik vardı” diyor
Erdoğan tam olarak şöyle söylüyor.
“Değerli arkadaşlar, bugün bildiğiniz gibi
öğleden sonra bir hareketlilik ne yazık ki silahlı kuvvetlerimizin içinde
mevcuttu. Ve bu hareketliliğin neticesinde de TSK’nın içerisinde bir azınlık…”
Bu konuşmayla Erdoğan “Eniştemden
öğrendim” yalanını boşa düşürmüş oluyor.
6.8.
Erdoğan : “Darbe gecesi torunuma Kur’an öğrettim”
Erdoğan 9 Nisan 2017 tarihinde 24 TV
yayınında ekrana getirilen torununa Kur’an öğretme resmi üzerine şunları
söyledi:
“… Marmaris’te çekilmiş resim, darbe
girişiminin olduğu gece çekildi.”
Sunucular şaşırarak tekrar 15
Temmuz gecesi mi çekildi diye sorunca Erdoğan: “Evet, o akşam dersini verdi
işte geç saatlerde olay patladı…”
Yani Erdoğan o gün (kendi beyanına göre
gündüz veya akşam) öğreniyor ve diğer günler çuvala girmiş gibi onca telaşın
arasında o gün torununa Kuran öğretmiş (!)
6.9.
Efkan Ala: “Erdoğan saat 23:00 civarında havadaydı”
Efkan Ala 3-4 röportajında ve TMMM Darbe
Araştırma Komisyonunda 15 Temmuz gecesi saat 23:00 civarında uçakla Ankara’ya
indiğini, indikten sonra Cumhurbaşkanı’nı aradığını ancak havada olduğu için
ulaşmadığını anlatıyor.
Buyrun Ala’nın kendi sesinden dinleyin:
https://www.youtube.com/watch?v=ZvRs-HPdt-I
Erdoğan’ın en geç 15 Temmuz günü saat
16:00 civarında MİT’ten haber alarak darbe girişimini öğrenmiş olduğu (aslında
çok daha önce öğrendi) ancak “madem öğrendin, neden tedbir almadın” sorusuna
muhatap olmamak için bir mizansen uydurduğu çok açık. Ayrıca, eniştesi
Erdoğan’a ulaşabildiğine göre MİT de ulaşabiliyor olmalıdır. Aynı şekilde o gün
görevleri başında olan ve birbiriyle ve Diyanet İşleri Başkanı gibi kişilerle
bile sürekli temas halinde olan MİT Müsteşarı’na ve Genelkurmay Başkanına
Erdoğan’ın ulaşmadığı düşünülemez herhalde.
6.11.
Binali Yıldırım: “Darbeyi eşimizden dostumuzdan öğrendik.”
Binali Yıldırım olayı şöyle anlatıyor.
‘Darbe girişiminin başladığını biz
hemen 15 dakika sonra öğrendik. Kimden öğrendik, yakın korumalarımızdan ve
vatandaştan, eşimizden dostumuzdan öğrendik.’
Erdoğan, REUTERS’ e verdiği röportajda,
saat 16:30 da darbeyi öğrendikten sonra Başbakan’la irtibat kurduğunu söylüyor.
Yani buna göre Yıldırım saat 16:30 sıralarında Erdoğan’dan darbeyi haber almış
olmalı ama o bunu gizliyor. Neden?
7. Org. HULUSİ AKAR’ın gerçeğe aykırı ifadeleri
ve açıklanamayan tutum ve davranışları
7.1.
Akar en geç 15 Temmuz günü saat 16:00 sıralarında darbe girişimini öğrenmesine
rağmen bunu engelleyecek hiçbir tedbir almadan bekliyor
Olay günü Akar tarafından atılan
adımlar, asıl alınması gereken tedbirlerin alınmadığını, aksine tedbir alındı
görüntüsü verebilmek için uğraşıldığını gösteriyor. Akar gibi tecrübeli ve en
üst düzeyde sorumluluk sahibi bir komutandan beklenen; eyleme karışabileceği
şüphesi duyulan askeri birliklere karşı bir an önce tam disiplini tesis edecek
önlemler almak, Kuvvet Komutanlarını derhal görevlendirmek/çağırmak, birlik
giriş çıkışlarını ikinci bir emre kadar yasaklamak, hızlı bir şekilde kolluk
güçlerini ve soruşturma makamlarını harekete geçirmek, alınan önlemleri en seri
vasıtayla tüm TSK’ya duyurmak, bunları yaparken Başbakanı ve Cumhurbaşkanını
bir an önce bilgilendirmekti. Havadan beklenen bir tehdide karşı alınması
gereken tedbir, korunması gerekli yerlerin uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve
Hava Kuvvetleri emrindeki yerde ve havada bekler hava savunma uçakları ile bu
yasağın güç kullanarak takip edilmesiydi. Ancak Akar bunların hiçbirini
yapmadı! Göstermelik bir uçuş yasağı mesajını çektirmekle ve Çolak’ı birlik
incelemesi için göndermekle yetindi.
Akar böylesine riskli bir ortamda
kişisel güvenlik önlemlerini almadı. Odasında olacakları beklemeye başladı.
7.2.
Akar Kuvvet Komutanlarını düğüne göndermek yerine karargâha çağırıp onlarla
birlikte canlı yayına çıkıp darbeye karşı olduğunu deklare etseydi teşebbüs
başlamadan biterdi. Savcı bu minvalde bir soru sorduğunda Akar cevabı
geçiştirmiş.
Akar Savcılık ifadesinde, “gerekli
tedbirlerini aldınız mı” şeklindeki soruyu (soru 3) “Bu soruya ilişkin açıklama
Cevap 1-2 de yapılmıştır.” diyerek geçiştiriyor. 1 ve 2 nolu cevapta ise sanki
olayı darbe girişimi değil de Hakan Fidan’ın kaçırılması gibi daha alt seviye
bir olay olarak lanse ettiği görülüyor.
Halbuki ihbarcı Binbaşı O.K.’nın, Hakan
Fidan’la yaptığı görüşmede darbe yapılacağını haber verdiği resmi ifade
tutanaklarında yer almaktadır. Zaten tek başına Hakan Fidan’ın alınması olayı
söz konusu olsaydı Fidan Güvenli bir yere götürülüp beklenirdi uçuş yasağına
gerek olmazdı.
Diğer yandan İran’ın bile 15 Temmuz’dan
3 gün önce sınırdaki birliklerini teyakkuza geçirdiği, İstanbul’da tarikat
liderlerinin bile darbeden haberdar olup müritlerine mücadele çağrısı yaptığı,
Perinçek’in 1 gün önceden darbeyi Yenişafak’a bildirdik dediği bir ortamda
Akar’ın olayı sadece Hakan Fidan’a yönelik bir eylem olarak zannettiğini
söylemesi akla ziyan bir yaklaşımdır https://www.youtube.com/watch?v=h5U9nrh3yqg
7.3.
TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nda ifade vermeyen Hulusi Akar, sanıkların ve
avukatlarının sorularından kaçmak için Çatı Davası yargılamasında da mahkemede
22 Mart 2018 de gizli celsede ifade vermiş.
Darbe girişimi konusunda ilk elden
bilgilere sahip olan Akar’ın TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nda dinlenmesi
muhalefet üyeleri tarafından ısrarla talep edilmiş ancak bu talep AKP’li başkan
Reşat Petek tarafından usule aykırı şekilde reddedilmiştir.
Genelkurmay Çatı Davası’ olarak bilinen
ve aralarında ‘Yurtta Sulh Konseyi’ üyelerinin de bulunduğu 221 sanıklı davada,
Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Org. Yaşar
Güler’i mahkemeye çağırmıştı. Genelkurmay Başkanı Akar, 19 Şubat’taki duruşmaya
Afrin Operasyonu’nu mazeret göstererek gitmedi.
Uzunca bir zamandır hiçbir AKP’linin
nikah şahitliğini kaçırmayan, üniversite hocalarına konferanslar veren,
Erdoğan’ın tüm yurt dışı seyahatlerine katılan Akar, 15 Temmuz gibi çok kritik
bir konuda ‘zaman bulup’ mahkemeye gidemedi.
Akar ve Güler’in avukatları mahkemeye
başvurup ‘müvekkilerinin yoğunluğunu’ gerekçe göstererek 22 Mart’ta
gelebileceklerini bildirmiş.
Mahkeme de bu talebi uygun görüp
sanıkların, sanık avukatlarının haberi bile olmadan bir celse açıp Akar ve
Güler’i dinlemiş.
Hal böyle olunca da mahkeme heyetine ‘ne
istiyorlarsa’ onu anlattılar. Mahkeme heyeti de komutanları ‘zorlayacak soru’
sormadı. Mesela Akar’ın mahkeme heyetine verdiği cevaplar ‘dostlar alış verişte
görsün’ babından. En temel sorular sorulmamış.
Mahkeme Akar’a toplamda 9 soru soruyor.
Akar da savcılık ifadesine atıf yapıp ‘söyleyecek yeni bir şey olmadığı’
cevabını veriyor.
https://medium.com/tr724/hulusi-akar-mahkemeye-gitmiş-duydunuz-mu-20dd40f1488c
7.4.
Hulusi Akar, AKP Milletvekili ve emekli General Şirin Ünal 15 Temmuz günü
yaptığı görüşmeyi kayıtlardan sildiriyor.
AKP Milletvekili ve emekli General Şirin
Ünal 15 Temmuz günü saat 16:00 sıralarında Hulusi Akar’ı ziyaret ediyor. https://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/akpnin-asker-vekili-sirin-unal-darbe-gunu-karargaha-gitmis-1821736/
15 Temmuz konusunda ezber bozan bir
belgesel hazırlayan gazeteci Ece Sevim Öztürk, Akar’ın o ziyareti sildirmesi
konusunda twitter’de şu paylaşımları yapıyor:
1) 15 Temmuz’a dair dikkatimi çeken
isimlerden birisi de Emekli havacı Tümgeneral olan AKP’li milletvekili Şirin
Ünal.
Bu tefrika üzerinden onunla ilgili
ifadeleri ve kayıtları inceleyeceğim.
2) Genelkurmay Karargahın işgal
edilmesine ilişkin olarak hazırlanan iddianamede Şirin ÜNAL’ın ismi karşımıza
çıkıyor. İddianamede saat 16.00’da AKAR’ı ziyaret ettiği, saat 18.10’da da
FİDAN’ın gelerek, MİT’e baskın düzenleneceğine ilişkin ihbarı Akar’a ilettiği
yer alıyor.
3) Hulusi AKAR’ın Özel Kaleminde çalışan
Mehmet AKÇARA’nın el yazısıyla hazırladığı ifadesine ulaştım. Çok önemli
tanıklıkları var. AKÇARA, Şirin ÜNAL’a ilişkin olarak da 14:00’da karargaha
geldiğini ve geri dönecekken Hulusi AKAR tarafından geri çağrıldığını anlatıyor.
4) Mehmet AKÇARA’nın ifadesinden:
“Saat 14:00’da Emir Subaylığı personeli
arayarak AK Parti İstanbul Milletvekili Şirin ÜNAL’ın geldiğini, Komutan’ın
günlük ve aylık ziyaretçi takip programına kaydetmemi ve üçer adet çıktı alıp
getirmemi talep etti. Dediklerini yaptım. ++
5) AKÇARA (devamla): Özel Kalem Müdürü
Albay Ramazan GÖZEL’e bu çıktıları gösterip, onayını alıp Emir Subaylığına
bıraktım. O gün söz konusu çıktıyı verip odama geri döndükten bir müddet sonra
Emir Subayı Levent TÜRKKAN arayarak yanına çağırdı. ++
6) AKÇARA (devamla): Komutan’ın “Şirin
ÜNAL’ın ziyaretini programdan kaldırın” dediğini söyledi. Tam o esnada Ramazan
GÖZEL Emir Subaylığına girdi. Komutan’ın ziyareti programdan kaldırmamızı
istediğini GÖZEL’e söyledim. Ramazan GÖZEL de, “Komutan söylüyorsa sil, tamam”
dedi.
7) AKÇARA (devamla): Bu esnada Komutan
Şirin ÜNAL’ın nizamiyeden çıkmadan geri dönmesini talep etmişti. Hatırladığım
kadarıyla Emir Subay Yardımcısı Serdar TEKİN acele bir şekilde Şirin ÜNAL’ı
karşılamak için kapıya gitmişti. ++
8) AKÇARA (devamla): Ziyaretçi
programını güncelleyip, Komutan’In istediği gibi Şirin ÜNAL’ın ziyaretini
programdan kaldırıp güncel çıktıları Emir Subayına verdim. (Bakın bu çok
önemli: Hulusi AKAR’ın emriyle AKP’li Şirin ÜNAL’ın ismini veritabanından
sildiğini söylüyor)
9) Konuyu da şöyle özetleyerek
noktalıyor:
-Programı çok önemseyen bir Komutan, ama
ziyaretçiyi sildiriyor!
-Ziyaretçi Şirin ÜNAL çıkış yapıyor
ancak nizamiyeleri kapatın Şirin ÜNAL geri gelsin, Komutan çağırıyor deniliyor,
Şirin ÜNAL geri geliyor!
10) 15 Temmuz günü AKP’li Şirin ÜNAL
neden Genelkurmay Karargahındaydı? Bu sorunun cevaplarını aramaya devam
ediyorum. Bu hususta önemsediğim diğer ifade Genelkurmay Özel Kalemi’nde
görevli olan ve 15 Temmuz’dan sonra tutuklanan Yüzbaşı Oktay FELEKOĞLU’na ait.
İnceleyelim.
11) Yüzbaşı Oktay FELEKOĞLU’nun
ifadesine göre de, 15 Temmuz saat 09:00 ile 12:00 arasında Genelkurmay 2.
Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in de katılığı üst düzey toplantının dışında,
Genelkurmay karargahı AKP’li Milletvekili Şirin ÜNAL’ın ziyaretine sahne
olmuştu.
12) Yüzbaşı FELEKOĞLU’nun ifadesinden:
“Öğleden sonra ilk önce Adalet ve
Kalkınma Partisi Milletvekili Şirin ÜNAL, daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Salih Zeki ÇOLAK ve saat: 16:00 sıralarında MİT Müsteşarı Dr. Hakan
FİDAN Genelkurmay Başkanı ile görüşmeye geldiler.”
13) Şirin ÜNAL’ın bu kritik ziyareti
için en hayatı ifadeyi veren isimse Astsubay Hüseyin GÜRLER oluyor. GÜRLER,
02.09.2016 saat 00:50 tarihinde başvurulan ifadesinde AKP’li Şirin ÜNAL’a
“darbeyi önceden haber verdiğini” söylüyor.
14) Ast. GÜRLER: “Edindiğim tüm
bilgileri Tabip Binbaşı Eray Serdar YURDAKUL isimli şahıs ile de paylaştım. Bu
şahıs beni AK Parti İstanbul Milletvekili Emekli Tümgeneral Şirin ÜNAL ile
görüştürdü. Bu bilgi ve belgeleri kendisine de ilettik. ++
15) GÜRLER (devamla): “Darbe
yapılacağına dair bilgiyi aldıktan sonra da özellikle Sayın Cumhurbaşkanımıza
ulaşmanın yollarını aradık. Eray Bey’in girişimleri vasıtası ile Ahmet ALBAYRAK
ile İstanbul’da görüştük.”
Bakan ALBAYRAK’a darbe bilgisini
verdik diyor)
16) GÜRLER (devamla): “ALBAYRAK ile
görüşmemiz neticesinde gerek Eray Bey’in gerekse benim hazırladığım tüm bilgi
ve belgeler Sayın Cumhurbaşkanımıza 11 Haziran 2016 tarihinde İstanbul Topkapı
Sarayı’nda Eray Bey tarafından arz edilmiştir.”
(Erdoğan’la yüz yüze görüştük diyor)
17) AKP’li Şirin ÜNAL, iddianamedeki
fotoğrafının yayımlanmasının ardından önce sessiz kalıyor, sonra da “Siyonist
medya üstüme geliyor” diye açıklama yapıyor:
TSK’da darbe yapacak bir kişi
bırakmadık. Siyonistler bunu bildiği için şahsım üzerinden Cumhurbaşkanına
saldırıyorlar.”
18) Şirin ÜNAL neden ziyaret ettiğine
ilişkin bir ifade vermedi, hiçbir savcı da sormadı zaten. Ben biraz araştırınca
5 Ağustos 2016 tarihinde Sultangazi’de düzenlenen Demokrasi Nöbetinde
konuşurkenki bir videosuna ulaştım ÜNAL’ın.
19) Şirin ÜNAL’ın ulaştığım bu videosu
yukarıdaki ifadeleri doğruluyor:
“15 Temmuz günü, Cuma namazını kıldıktan
sonra, Sayın Genelkurmay Başkanımızın talebi üzerine, Gn karargahında saat
14.00’ten 16:15’e kadar beraberdik. YAŞ ile ilgili çalışmaları beraber gözden
geçirdik.”
20) Özetliyorum:
AKP Milletvekili Şirin ÜNAL 15 Temmuz
günü Hulusi Akar’la birlikteydi.
Bir sanık “AKAR bu görüşmeyi kayıttan
sildirdi” dedi.
Savcılık veritabanında inceleme
istemeli.
Bir astsubay “Biz ÜNAL’a, Bakan
ALBAYRAK’a, ERDOĞAN’a darbeyi 11 Haziran’da haber verdik” dedi.
21) Bunu ben bilmiyordum. Yukarıda
ifadesini okuduğunuz astsubay Hüseyin GÜRLER, duruşmada Şirin ÜNAL’ı akşam 9’da
“darbe var” diye aradığını söylemiş. Duruşmada kendisine bu soruları soran
avukat Kemal UÇAR’ın tutuklu olduğunu hatırlatalım.
7.5.
Şamil Tayyar: “Hulusi Akar yalan söylüyor”
Akar’ın boynundaki izin kendisi
tarafından oluşturulmuş olabileceğini söyleyen Şamil Tayyar, Akar’ın derhal
istifa etmesi gerektiğini belirtiyor.
8. Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Abidin Ünal’ın
açıklanamayan söz ve tutumları
8.1.
Önce darbeyi Eşinden öğrendiğini söylüyor
Abidin Ünal darbe girişiminden 2 gün
sonra müşteki sıfatıyla ifade veriyor. Orada darbeden 21.30 sularında eşinin
telefonu ile haberdar olduğunu söylüyor:
“Tahminime göre saat 21:30 sıralarında
eşim beni telefonla aradı, Genelkurmay’da görevli Hava Korgeneral Fikret
Erbilgin’in gözaltına alındığını bana söyledi ve durumun ne olduğunu merak
ettiğini söyledi. Bunun üzerinde ben de Ankara’da vekil olarak bıraktığım
Tümgeneral Cevat Yazgılı’yı aradım.”
https://www.haberturk.com/gundem/haber/1272924-org-unalin-savcilik-ifadesi
8.2.
3 gün sonra darbeyi uçuş yasağı üzerine öğrendiğini söylüyor
Fakat 13 gün sonra verdiği ek
ifadede saat 19.06’da Hava Kuvvetleri Harekât Merkezi’nin uçuş yasağını
bildirmesi ile haberdar olduğunu söylüyor. Aynı konuda neden farklı
iki ifade var? Aynı konuda iki farklı doğru olamayacağına göre Ünal hangisinde
yalan söylüyor?
8.3.
Darbeyi öğrendikten sonra hiçbir tedbir almayıp düğüne devam ediyor
İfadelere ve tutanaklara göre Abidin
Ünal darbeden 19.06’da haberdar olmuş gözüküyor. Peki tüm Türkiye’de hava
sahasının kapatıldığı bilgisini aldığında neden karargâha geçip duruma göz
kulak olma ihtiyacı hissetmedi?
Düğünü basan timin komutanı Yılmaz Bahar’ın
anlatımlarına göre baskın anında başta Ünal olmak üzere hiçbir komutanda panik
havası yokmuş. Bu kadar yoğun terör riski olan bir ülkede kuvvet komutanı ve 23
generalin bu kadar kolay teslim alınması normal mi?
Abidin Ünal 21.30’a kadar bu timin gelip
kendilerini almasını mı bekledi?
8.4.
Düğünde olan Eskişehir Muharip Hava Kuvvetleri Komutanı Mehmet Şanver’e haber
vermiyor, Hulusi Akar’la görüşmüyor
Dahası düğünün sahibi, Hava
Kuvvetleri’nin 2 numarası, Eskişehir Muharip Hava Kuvvetleri Komutanı Mehmet
Şanver’e neden haber vermedi?
Mehmet Şanver ifadesinde olaylara dair
21.30’a kadar bilgisi olmadığını, hava sahasından sorumlu komutan olarak
kendisine bilgi verilmesi gerektiğini söyledi.
Ünal’ın Hulusi Akar’la görüşmeye
çalışmaması, Mehmet Şanver’e uçuş yasağı ile ilgili bilgi vermemesi nasıl
açıklanabilir?
8.5.
Erken müdahaleyi engelliyor
Dahası Mehmet Şanver’in anlatımlarına
göre akşam 19.30’da Korgeneral Cemal Kadıoğlu Eskişehir’de tuhaf durumların
olduğunu söylemesi üzerine Kadıoğlu’na Eskişehir’e gitmesi talimatı veriyor.
Bu aşamada durumu Abidin Ünal’a
aktarıyor. Abidin Ünal ise ‘gerek yok’ deyip Kadıoğlu’nun Eskişehir’e gitmesini
engelliyor. Ünal en kritik bilgiyi ilgili komutanlardan saklarken aynı zamanda
erken müdahale edilmesini de engelliyor. Neden?
8.6.
Akıncı üssüne götürülürken cep telefonu kendisinde ve havadayken telefonla
konuşup talimatlar veriyor
İfadelere göre Abidin Ünal, Sabiha
Gökçen Havalimanı’ndan Akıncı’ya götürülüyor. Savcılık ifadesine göre
kelepçesiz ve elinde telefon var. Hatta Akıncı’ya ininceye kadar Eskişehir’deki
üsle konuşup darbecilerle mücadele ediyor.
Bu nasıl bir gözaltı ki ne gözleri
bağlanmış, ne kelepçe takılmış ne de cep telefonu elinden alınmış. Üstelik Ünal
‘darbecilerin’ gözetiminde iken darbecilere karşı mücadelenin en etkin merkezi
olan Eskişehir’le koordinasyonu yürütmüş. Bu senaryoda bir tuhaflık yok mu?
8.7.
Akıncı Üssü’ndeyken rahat ve neşeli tavırları dikkat çekiyor, cep telefonu hala
kendisinde, elleri cebinde ve Akın Öztürk’le kol kola serbestçe dolaşıyor, buna
ilişkin kamera görüntüleri var.
Akıncı Üssü iddianamesinde yer alan
ifadelere göre Abidin Ünal 02.00 sularında üsse getiriliyor. Binbaşı İbrahim
Yozgat’ın ifadesine göre Ünal gayet neşeliymiş ve pilotlara ‘iyi akşamlar
arkadaşlar’ demiş.
‘Derdest edilmiş bir kuvvet komutanı’,
Ankara’nın üstünde alçak uçuş yapan pilotları görünce gülümseyip ‘iyi akşamlar
arkadaşlar’ der mi?
Abidin Ünal’ın ‘son derece keyifli’ hali
başka pilotların ifadelerinde de var. Oysa Selvi şu önemli soruyu sormamış:
Ankara’ya bomba yağdıran pilotlarla karşılaşınca Hava Kuvvetleri Komutanı
olarak ‘iyi akşamlar çocuklar, kolay gelsin’ şeklinde konuştunuz mu? En basit
soru bu, halbuki.
Dahası ifadelere göre Abidin Ünal,
Akıncı Üssü’nde iken cep telefonu hala elinde. Onu cep telefonu ile konuşurken
gören askerler var.
8.8.
15 Temmuz günü sıradışı bir şekilde Yalova Hava Meydan Komutanlığı’nı ziyaret
edip “çocukları yormayın, akşam yorulacaklar” dediği iddia ediliyor.
O çocuklar otobüse bindirilip gece
Boğaz Köprüsü önünde canilerin önüne atıldı. Boğazı kesilen Murat Tekin gibi
bir çok çocuk orada linç edildi.
9. Cemaat Mensubu Kaç Asker Darbeye Katıldı?
Önce büyük resme yani darbeye katılan
toplam asker sayısına bakalım.
Genel Kurmay darbeye katılan asker
sayısını aşağıdaki şekilde açıkladı:
Er-erbaş
: 676
Askeri
öğrenci
:
1.214
Subay-astsubay
: 6.761
Toplam asker
sayısı
: 8. 651
(kaynak: ntv.com)
TSK’nın 15 Temmuz öncesindeki toplam
personel sayısı 561.000 kişi idi. Bunların 358’i general, 39.000’i subay ve
96.000’i astsubay idi. https://t24.com.tr/haber/tsk-15-temmuzdan-sonra-ilk-kez-personel-sayisini-acikladi,359207
Orantılarsak, darbeye katıldığı iddia
edilenlerin oranı, TSK’nın sadece % 1.3’ü kadar. Ayrıca darbeye fiilen
katıldığı için 16 Temmuz günü sahada yakalanan ve gözaltına alınan asker sayısı
2.833 olarak açıklandı. Darbede kullanılan toplam hafif silah sayısının da
3.992 olduğu dikkate alındığında fiilen sahaya inen asker sayısının 3-4 bin
civarında olduğu düşünülebilir.
Diğer yandan TSK’da 3.567 tank, 200’ün
üzerinde savaş uçağı vardı. Genelkurmay darbeye katılma oranını; uçaklarda %7
(35 uçak bunun 24’ü muharip), helikopterlerde %8 (37 helikopter, bunun 8’i
taarruz helikopteri) ve tank ve zırhlı araçlarda ise %2.7(74’ü tank)
olarak açıkladı.
Savcılığa göre ‘Yurtta Sulh Konseyi’ yok: Orgeneral
Öztürk cumhurbaşkanı olacaktı
9.1.
Genelkurmay tarafından darbeye katıldığı açıklanan toplam 6.761
subay-astsubaydan kaç tanesi Cemaatle irtibatlı
Aslında bu soruyu kaç askerin Cemaatçi
olduğu iddia ediliyor diye sormak daha doğru olur. Ancak bu soruya somut bir
cevap vermek yerine tüm askerlerin cemaatçi olduğu havası estirildi. Bu algının
toplumda yerleşmesi için ise sürekli olarak sayısı az da olsa bazı askerler ön
plana çıkarılarak onlar cemaatle irtibatlıymış gibi gösterilmeye çalışıldı.
“Cemaatçi asker diye etiketlenecek
kişilerin adları darbeden önce belirlenmişti. Zira darbe gecesi saat 3:00
civarında NTV canlı yayınına bağlanan Ankara Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen,
2.740 hâkim-savcı hakkında o esnada verilen gözaltı kararını meşru gösterme
adına bazı askerlerin isimlerini sayıp onların Cemaat mensubu olduklarına
ilişkin kendince deliller sunmaya çalışmıştı.
Önceden sözleşilmiş gibi 16 Temmuz
sabahından itibaren havuz medyası da aynı askerlerin cemaatle irtibatlı
olduğunu iddia etmiş ve toplumu buna inandırma adına çok sayıda yalan haber
yapmıştı.
Ancak başlangıçta “darbenin lideri”
olarak lanse edilen bu kişiler nedense birkaç ay sonra unutuldu. Bu askerlerden
bazıları şunlardır:
9.2.1.
Muharrem Köse, darbe gecesi saat 3:00 da “FETÖCÜ” ilan ediliyor
Ankara Başsavcı Vekili Necip Yurtta Sulh
Konseyi tarafından Sıkıyönetim mahkemesinde görevlendirilen Genel Kurmay Eski
Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse’nin ‘FETÖ’ üyesi olduğunu belirtiyor. Savcı,
kesin bilgiymiş gibi sunduğu bu iddiasını Muharrem Köse’nin kozmik oda
davasının şüphelisi olması ve belgeleri ‘FETÖ’ ye vermiş olduğu yönündeki
iddialara dayandırıyor. https://www.youtube.com/watch?v=xVDbnyuDcdI
Ancak, kozmik oda soruşturması
sırasında Gen. Kur. Adli müşaviri Muharrem Köse değil, Hıfsı Çubuklu’ydu.
Muharrem Köse’ye isnat edilen ‘suç’ ise sadece, mahkeme kararıyla istenen bazı
harddisklerin savcılığa teslim edilmiş olmasından ibarettir. 2015 yılı Mart
ayında, Necdet Özel Genel Kurmay Başkanıyken, Genel Kurmay İnternet sitesinde
yapılan açıklamada, harddisklerin tesliminin hukuki bir zorunluluk olduğu
belirtiliyor.
Mahkeme kararıyla teslimi istenen bir
şeyi teslim etmemek suç oluşturacağından, o görevde kim olursa olsun farklı
davranması söz konusu olamazdı. Ancak Savcı bunu bile Cemaat üyesi olmak
(suçu!) için yeterli kabul edebiliyor.
9.2.2.
Saray medyası Muharrem Köse’yi darbenin planlayıcısı olarak lanse ediyor
Savcının, Muharrem Köse’yi darbenin 1
numarası ilan etmesinden ‘etkilenen’ saray medyası da 16 Temmuz tarihinde ve
sonrasında Muharrem Köse’nin darbenin 1 numarası olduğu, onun kozmik oda
davasında Cemaat için çalıştığı, hatta Sabah Gazetesi’ne baskın yapmayı
planladığı gibi onlarca haber yaptı.
Sabah Gazetesi’nin (m.sabah.com.tr)
19 Temmuz 2016 tarihli haberi şöyle:
‘Hain kalkışmayı planlayan isim
Muharrem Köse tutuklandı’
https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/19/hain-kalkismayi-planlayan-isim-muharrem-kose-tutuklandi
Star Gazetesi’nin (haber.star.com.tr) 22
Temmuz 2016 tarihli haberi şöyle:
‘FETÖ’nün teröristleri Star, Akşam,
Güneş, Yenişafak ve Sabah yöneticilerini infaz edeceklerdi.’ ‘… SABAH
gazetesine yönelik baskın talimatını Hakim Albay Muharrem Köse’nin verdiği
ortaya çıktı. SABAH, cuntanın A takımında yer alan Köse’yi darbe girişiminden
25 gün önce ifşa etmişti…”darbenin İstanbul ve Ankara ayağını planlayan Muharrem
Köse Ankara’da yakalanarak tutuklandı. Üzerinden darbeden sonra görev verilecek
400 kişiden oluşan atama listesi çıktı.”
9.2.3.
İhracı beklenen Köse, her nasılsa Genelkurmay emrine atanır
Ancak ilginç bir şekilde Muharrem köse
2016 yılı Ağustos ayında Genelkurmay emrine atandı. m.milliyet.com.tr 27
Ağustos 2016 tarihinde bu haberi şöyle verdi: ‘Darbeci
Albay Köse, Genelkurmay emrine’ Haberde, Cumhurbaşkanı,
Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nın imzaladığı üçlü kararname ile Köse’nin
Genelkurmay emrine atandığı belirtiliyor. http://www.milliyet.com.tr/siyaset/darbeci-albay-kose-genelkurmay-emrine-230783
Çok garip değil mi? Darbenin 1 numarası
ilan edilen ve üzerinden 400 kişilik atama listesinin çıktığı ve ‘FETÖ’nün
adamı olarak Balyoz davasında ve kozmik oda soruşturmasında ‘FETÖ’nün lehine
usulsüzlükler yaptığı belirtilen Köse ordudan ihraç edilmiyor ve Genelkurmay
emrine atanıyor.
9.2.4.
Muharrem Köse hakkında dava dosyasında yer alan akla ziyan “deliller”
Darbe davalarına ilişkin mahkeme
tutanaklarını inceleyen gazeteci Adem Yavuz Aslan bir köşe yazısında Albay
Muharrem Köse hakkında mahkemeye “delil” diye sunulan şeylerin absürtlüğünü
şöyle ifade ediyor:
“Tekrar hatırlatayım. Şu ana kadar
anlattıklarım, alıntıladıklarım Ankara 17, 23 ve 25.Ağır Ceza Mahkemesi
tutanaklarından. Ancak bir bölüm varki güler misin ağlar mısın dedirten türden.
Mesela sanıklardan Albay Muharrem Köse’nin
‘FETÖcülüğü’ne dair deliller şöyle sıralanmış;
“Sanığın Erzincan’da görevli iken
kullandığı 446 223 30 31 numaralı ev telefonu hattı 2014-2015 yılları arasında
Resul Yeşilbaş isimli bir şahıs tarafından kullanıldığı tespit edildi.
Yeşilbaş’ın ablasının ise Bank Asya’da hesabı olduğu tespit edildi”
Nasıl yani demeyin. KOM ve MASAK’tan gelen
raporda bunlar yazıyor.
Albay Köse 2002-2007 yılları arasında
Erzincan’da görev yapmış ve evine bağlattığı telefonu 2007’de Ankara’ya tayin
olunca kapattırmış. O telefon daha sonra Resul Yeşilbaş isimli şahsa
aktarılıyor. 15 Temmuz sonrası geriye dönük tarama yapılıyor ve Yeşilbaş’ın
ablasının Bank Asya’da parası olduğu tespit ediliyor.
Muhtemelen bu ‘bağı’ tespit eden MASAK
bürokratları ‘bingo’ deyip ‘çak’ yapmıştır.
Ancak mahkeme sizi şaşırtmaya devam
ediyor. Bir sonraki ‘delil’ daha ilginç; “Sanığın 10-12 Ekim 2013 tarihleri
arasında Nevşehir Kozaklı Roza Termal’de konakladığı,aynı dönemde otelde
konaklayan 12 müşterinin fetö irtibatlı olduğu..”
Düşünün iki günlüğüne termal otele
gidiyorsunuz. Yüzlerce kişinin konakladığı otelde kalan diğer müşterilerden 12
kişinin Cemaatle irtibatı tespit ediliyor. Albay Köse ile aynı anda otelde
olduklarına göre bu durum Albay Köse’nin Cemaatçi olduğuna delil olarak yeterli
sayılıyor.
‘Telefon mu yoksa otel mi daha sağlam
delil’ siz karan verin deyip dosyalar arasında dolaşmaya devam edelim.” http://www.tr724.com/358-generalden-240i-nasil-cemaatten-oldu/
9.2.5.
Muharrem Köse’nin darbenin beyin takımı veya Yurtta Sulh Konseyi içinde yer
almadığı ortaya çıkar
Diğer yandan, ifadesi işkence altında
alınan Yaver Levent Türkkan’ın ifadesi dışındaki itirafçı subay ifadelerinde de
Muharrem Köse’nin Cemaat’le bağlantılı olduğu yönünde bir iddia yok. Muharrem
Köse, her aşamadaki ifadesinde Cemaat’le bağlantısı olduğu yönündeki iddiaları
tümüyle reddettiği gibi onun Cemaat’le bağlantılı olduğuna ilişkin olarak da
bugüne kadar ortaya konulmuş herhangi bir delil veya emare dahi bulunmuyor.
Ayrıca İçişleri Bakanlığı’nın 2017 yılı
Ocak ayında TBMM Darbe Araştırma Komisyonuna gönderdiği 6 kişilik DARBENİN
BEYİN TAKIMI listesinde ve Ankara C. Başsavcılığının 2017 yılı Mart ayında
düzenlediği iddianamede belirtilen 38 kişilik sözde Yurtta Sulh Konseyi üyeleri
arasında Albay Muharrem Köse yer almıyor.
Bu verilere göre, Cemaatle irtibatlı
olduğu iddiaları havada kalan Albay Muharrem Köse, başta iddia edildiğinin
aksine, darbe girişiminin 1 numarası olmak bir tarafa yönetici ekip içinde bile
yer almıyor. İlk başlarda Darbe-Cemaat bağlantısı açısından anahtar kişi gibi
lanse edilen Köse’nin adı nedense daha sonra hiç anılmaz oluyor.
Ankara Başsavcı Vekili İşçimen darbe
gecesi saat 3:00 sularında canlı yayında yaptığı açıklamada; darbecilerin
hazırladığı iddia edilen askeri yargı atama listesinin ikinci sırasında yer
alan Albay Mehmet Oğuz Akkuş’un eşinin KPSS sınavında soruların tümünü doğru
cevapladığını belirterek onun da Cemaat üyesi olduğu belirtiyor.
Ancak bildiğiniz gibi, sadece HTS
kayıtlarında ortak baz istasyonu çıkması gibi bir delile (!) istinaden onlarca
kişinin tutuklandığı KPSS soruşturmalarındaki usulsüzlükler, bu soruşturmaların
hukuka aykırı yapıldığını ve cemaate yönelik intikam aracı haline dönüştüğünü
göstermektedir.
Ayrıca, ÖSYM içinde soru satan çetelerin
olduğu yönündeki somut bulgular ve bunlara yönelik soruşturmalar, birçok
kişinin para karşılığı soruları satın aldığını göstermekte ve bu durum
sınavlarda tam yapan kişilerin Cemaatle bağlantılı olduğu yönündeki iddiaları
çürütmektedir. 2010 yılından itibaren bu çetelere ilişkin olarak yapılan
operasyonlara ilişkin bazı haberleri aşağıdaki linklerden bulabilirsiniz:
https://www.ntv.com.tr/egitim/kopya-cetesinin-inanilmaz-yontemleri,XvGTyt-ZEUyDrwpcPEaZmQ
https://www.haberler.com/ogretim-elemanlarindan-olusan-sinav-cetesi-2243279-haberi/
İnternette Albay Mehmet Oğuz Akkuş’la
ilgili araştırmalar yaptım ama ne ifadesine ne de onun Cemaatle bağlantılı
olduğu yönündeki bir iddiaya veya bir emareye rastladım. Ayrıca tıpkı Albay
Muharrem Köse gibi Albay Mehmet Oğuz Akkuş da, darbenin 6 kişilik beyin takımı
listesinde veya 38 kişilik sözde Yurtta Sulh Konseyi üyeleri arasında yer
almıyor.
Tıpkı Albay Muharrem Köse gibi Albay
Mehmet Oğuz Akkuş da başlangıçta darbe-cemaat bağlantısını gösteren bir subay
gibi lanse edilmiş ancak sonrasında cemaatle bağlantılı olduğu yönünde bir
iddiada bulunulmadığı gibi ismi gündemden düşürülmüştür.
Org. Akın Öztürk’ün de darbenin ilk
saatlerinden itibaren darbenin lideri olduğu ve “FETÖ” üyesi olduğu iddia
edildi. Ancak sonradan ona Akıncı üssüne gitme emrinin Abidin Ünal tarafından
verildiği ortaya çıktı.
9.4.1.
Emekli Korg. Mehmet Şanver: Org. Abidin Ünal, o anda evinde olan Org. Akın
Öztürk’ü aradı ve Akıncı üssüne git dedi”
Korg. Şanver bu görüşmeyi şöyle
anlatıyor:
“Biz harekât merkezinde emirler
yağdırırken Abidin Ünal, ‘Arkadaşlar Akın Öztürk’e ulaşmak istiyorum
ulaşamıyorum, ulaşma imkânınız var mı’ dedi ortaya. Ben de komutanım yaklaşık 1
saat önce beni özel numaradan aramıştı dedim ve o numarayı açtım, “Komutanım
Ankara’da uçuşlar varmış, nerdesiniz” dedim, ‘Ben evdeyim’ dedi. ‘Hava
Kuvvetleri Komutanımız sizinle konuşmak istiyor’ dedim ve telefonu verdim. İki
orgeneral konuştular. Ben sadece konuşmaya aracı oldum. Hava Kuvvetleri
Komutanı ‘Orada senin emrin hilafına darbe mi yapıyorlar, Akıncı’ya git, orada
senin sözünü dinleyecek çocuklar var’ dedi. Yani ‘Akıncıya git orayı kontrol
altına al’ dedi.”
https://www.youtube.com/watch?v=_9CoBAqeJtU
9.4.2.
Akın Öztürk Mahkemedeki Savunmasında kendisinin nasıl darbenin lideri ilan
edildiğini şöyle anlatıyor:
“Ben henüz lojmanda iken MİT
görevlisi, Abidin Ünal’ın sırdaşı Sadık Üstün 8. Kolordu Komutanını arayıp,
darbenin liderinin benim olduğumu söyleyerek startı vermiştir. 20 dakika sonra
beni arayan Abidin Ünal Akıncı Üssü’ne gitmemi rica ediyor. Evet birileri
anlaşmış ve ismim lanse edilmeye başlanmıştır. Bu işi de Anadolu Ajansı
üstlenerek, ben daha Akıncı’dayken, gözaltına alındığımı, vatana ihanetten yargılanacağımı
duyurmuştur.” dedi.
9.4.3.
Darbenin lideri olduğu yönündeki tutanağını imzalaması için çok ağır
işkencelere maruz kalan Akın Öztürk mahkemede, gözaltı sırasında kendisine
yapılan işkenceleri şöyle anlatıyor:
“20’li yaşlarda kadın ve erkek polislerin
darbına maruz kaldım. Tüm husumetlerini bana kustular. Her gelen amir, ‘Seninle
özel ilgilenmem istendi. Bugün beraberiz dedi. En acısı benim görüntülerim
çekilip, ‘siz de böyle olmak ister misiniz?’ denerek, diğer tutuklulara
gösterildi. Sadece benim tırnaklarıma asit döküldü, sadece bana demir kelepçe
takıldı. Anlatayım da biraz gülün, kelepçe ellerimi morartınca, balyoz getirip,
vurarak kestiler. En acısı, bazı genç askerleri, ‘başınıza gelenlerin sebebi
bu’ diyerek, üstüme saldırttılar. Kulağımdan kan fışkırana kadar. ‘Asker beni
dövdü’ demeye utanıyorum, ama tarih yazsın. Çok orijinal, hiç kimseye
sorulmayan bir şey bana soruldu, ‘Akif Öksüz’ü tanıyor musun?’
dendi. Tanımıyorum dedikçe yapıştırdılar. Nihayet bir amir geldi, ‘Bize
yanlış söylemişler Akif Öksüz değil, Adil Öksüz’ dedi. Yarım gün yediğim
dayakla kaldım.
http://www.tr724.com/akin-ozturk-mit-abidin-unalin-sirdasini-arayarak-darbenin-liderinin-ben-oldugumu-soyleyerek-starti-verdi/http://www.tr724.com/akin-ozturku-cirilciplak-soyup-iskence-yaptilar-polisler-bile-dayanamadi-video/
9.4.4.
Saray medyası da hemen Akın Öztürk’ü “FETÖCÜ ve darbenin lideri ilan eder.
Karar gazetesi 17 Temmuz 2016 tarihli
haberinde Akın Öztürk’ü “Paralel ihanetin lideri” olarak tanımlıyor. https://www.karar.com/gundem-haberleri/iste-ihanetin-fotografi-189959#
Sabah gazetesi 21 Temmuz 2017 tarihli
haberinde: “FETÖ’CÜ General darbenin şifrelerini böyle
vermiş: Bir ay sonra televizyonlara çıkacağım”
Yalan
haberleriyle maruf Sabah gazetesi önemli bir habercilik başarısına imza atmış
(!) ve Akın Öztürk’ün dişçisiyle arasında geçen diyaloğa ulaşmış. Buna göre 13
dişini birden yaptırmak isteyen Akın Öztürk dişçisine “Acele et, 1 ay içinde
bitir, çünkü 1 ay sonra televizyonlara çıkacağım” demiş. https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/21/akin-ozturkun-yeni-dis-telasi
9.4.5.
Yandaş gazeteci Cem Küçük: “Akın Öztürk “FETÖCÜ” değil”
MİT’le iltisaklı yandaş gazeteci Cem
Küçük, 2017 yılında Habertürk’teki bir programda Org. Akın Öztürk’ün Cemaatle
irtibatlı olamayacağını söylüyor:
“FETÖ’cülerin Harp Okulu’nu öğrenci olarak
ilk girişleri 1985, mezuniyetleri 1989-90’dır. Akın Öztürk gibi isimler
“FETÖCÜ” değil, 1970’te giren adam nasıl “FETÖCÜ” olabilir?
https://www.pscp.tv/w/1ypKdXjMWdaKW (dakika 43 ve sonrası)
Adil bir yargılama ve gerçekleri
araştırıp yazabilecek bir medya olmadığı için Akın Öztürk’ün darbeci olduğu
yönündeki iddialar bu aşamada şüpheli duruyor. Bu derece kritik bir ismin TBMM
darbe araştırma komisyonundan kaçırılmış olması da soru işaretlerini artırıyor.
Ancak Cem Küçük’ün de vurguladığı gibi 1973 yılında Harp Akademisini
bitirmiş olan Öztürk’ün 1965 yılında Askeri Liseye başladığını dikkate
aldığımızda Cemaatle irtibatlı olması imkânsız.
Zaten Akın Öztürk’ün veya Muharrem
Köse’nin veya “FETÖCÜ” diye lanse edilen diğer komutanların cemaatle
bağlantıları ortaya çıksaydı gündemden düşürülmezler ve her gün haber
yapılırlardı.
Hulusi Akar, kendisi Akıncılar Üssüne
götürüldüğünde Tuğ. Gen. Hakan Evrim’in “Kanaat önderimiz Gülen’dir”
diyerek kendisini Gülen’le görüştürmek istediği iddiasında bulundu.
Öncelikle Hakan Evrim bu iddiayı
yalandı. Ayrıca, Akıncılar üssüne götürülünceye kadar geçen uzun sürede
kendisine uygulanan baskı ve şiddete! rağmen darbecilerin safına geçmeyen
Hulusi Akar’ın, Gülen’le görüştürülerek ikna edilebileceğini düşünmek mümkün
mü?
Düşünün ki Cemaatle ilgisi olmayan ve
hatta haz etmeyen bir Gen. Kur. Başkanısınız, darbeye karşısınız, bunu
bilmesine rağmen bir subayınız sizi ikna için ‘terör örgütü’ olduğu iddia
edilen bir hareketin lideriyle görüştürmek istiyor. Teklifi kabul ederek
darbeye liderlik etseniz o ‘örgütün’ liderinin emri altında hareket edeceksiniz.
Hulusi Akar, ayrıca Hakan Evrim’in
kendisine ‘kanaat önderimiz Gülen’ dediğini de iddia ediyor. Bu durumda Akar’a
yapıldığı iddia edilen teklif ‘gerçek liderin emrinde’ 15 Temmuz ve sonrası
için kısa süreli bir taşeronluk işi olmuyor mu? Akar, darbe süreci
tamamlandıktan sonra ‘örgütün’ kendisine ihtiyaç duymayacağı için bir kenara
atacağını düşünmez mi? Akar’ın yerinde olsaydınız ve darbeye azıcık meyliniz
olsaydı Gülen’le görüşme teklifi yapıldığı anda o meyil de kaybolmaz
mıydı?
Sonuç olarak Hulusi Akar’ı Gülen’le
görüştürme teklifinin ters tepeceği ve onu darbecilerden daha da
uzaklaştıracağı bir onbaşı tarafından bile öngörülebilir bir realite iken bir
kurmay subayın böyle bir teklifte bulunduğunu iddia etmek mantığa aykırıdır.
Ayrıca Hakan Evrim, her aşamada Cemaatle
hiç bir bağlantısının olmadığı yönünde ifade verdi. Ama bir an için onun
Cemaatle ilgisi olduğunu farz edelim. Bu durumda Evrim, o aşama itibarıyla
başarısızlık ihtimali ağır basan bir darbe girişiminde, Hulusi Akar’a kendisini
ve Cemaati zora sokacak böyle görüşme teklifini yapar mıydı?
Diğer yandan Hulusi Akar’ın darbe
gecesindeki açıklanamayan davranışları, onun ifadesinin güvenilirliğini
fazlasıyla zedelemektedir. MİT’in açıklamasına göre Akar saat 16:00 da darbeyi
öğreniyor. Karargâhta bazı emirler vererek tedbir! alıyor ama darbenin ana
unsurlarından birinin Hava Kuvvetleri olduğunu öğrenmesine rağmen Hava
Kuvvetleri Komutanına darbe konusunda bilgi vermiyor. Hava Kuvvetleri Komutanı
katıldığı bir düğünde saat 23:00 sıralarında derdest ediliyor. Akar ayrıca
Deniz Kuvvetleri Komutanı’nı, Erdoğan’ı ve Başabakan’ı da haberdar etmiyor.
Sonra da kendisi makam odasında derdest ediliyor. Bunların izahı yok.
9.6.
Hulusi Akar’ın emir subayı Yarbay Levent Türkkan
İşkence altında itirafa (iftiraya)
zorlandığı açık olan subaylardan biri Hulusi Akar’ın Yaveri Yarbay Levent
Türkkan’dır. Türkkan bu ifadelerinde Cemaatçi olduğunu, darbeyi bir gün önce
bir Cemaatçi subaydan öğrendiğini belirtmişti.
Basına yansıyan fotoğraflarda; Türkkan’ın
yüzünde ve kafasında çok ciddi darp izleri gözüküyor. Karın bölgesi ve iki eli
bileğine kadar sargı içinde. Ancak ifadesinde, kendisine yapılan işkenceyi bile
anlatamayıp, açık işkence izleri için kılıf bulmaya çalışmış. Türkkan şöyle
demiş: ‘gözaltına alınırken yere yatırdılar, asfalt sıcak olduğundan bu
şekilde yaralandım’.
Göz çukurundaki morluğun ve diğer bazı
yaraların bu şekilde oluşması mümkün değil. Eğer böyle bir sıcak asfalta
yatırma durumu yaşansaydı aynı şartlarda olan yüzlerce subayın ifadesine de
benzer şeyler yansır ve kamuoyu tarafından duyulurdu.
Zaten Levent Türkkan, 2017 yılı Haziran
ayındaki duruşmalarda eski ifadesini reddederek o ifadeyi yoğun işkence altında
verdiğini anlattı. Yaralarının yoğunluğuna bakınca bu gerçeğe aykırı itirafı
ilk aşamada yapmayıp bayağı direndiği ancak bir aşamadan sonra direncinin
kırıldığı kanaati oluşuyor. Akar’ın en yakınındaki kişi olması nedeniyle de çok
önem taşıyan bu sözde itiraf alınmadan işkencenin sona ermeyeceği mesajı
kendisine fiilen verilmişe benziyor.
9.7.
Yoğun işkence nedeniyle darbeci askerlerin ifadeleri gerçeklikten uzak
Uluslararası bir kuruluş olan 15 Temmuz
sonrasında kapsamı bir araştırma yapan İnsan Hakları İzleme Örgüt’ün (HRW) OHAL
Raporunda çok sayıda somut işkence vakasına yer verilmiştir. Fikir vermesi için
bir tanesini alıntıladım:
‘Bir adli yardım avukatı, polisin, subay
olan müvekkilini Ankara Emniyeti’ndeki sorgu sırasında defalarca dövdüğünü
şöyle anlattı. “Arkasında birkaç polis ayakta duruyordu. O da masanın önündeki
bir sandalyede oturuyordu. Konuşması için normalde kelepçe olarak kullandıkları
plastik bantlarla kırbaçlar gibi vurmaya başladılar; yumruklarıyla da başına ve
vücudunun üst kısmına vurdular. Elleri kelepçeli olduğundan kendini korumak
için hiçbir şey yapamıyordu. Bir aşamadan sonra artık sırtımı döndüm. Ona kaç
kez vurduklarını bilmiyorum. Daha fazla bakamadım. Durdurmak için yapabileceğim
bir şey olmadığını biliyordum. En sonunda ifade verdi. O saatte oradaki tek
avukat bendim. Her yerde şiddet vardı ve polis benim orada olmamdan memnun
değildi. ‘Bu insanların neden avukata ihtiyaçları var ki’ diyorlardı.”
Avukat, normalde bu koşullar altında
ifade tutanağını imzalamayacağını ya da koşullarla ilgili not ekleyeceğini, ama
bu kez ikisini de yapamayacak kadar korktuğunu söyledi. Avukat, müvekkilinin
mahkemede kötü muameleden söz etmediğini anlattı. Avukat o zamandan beri adli
yardım müvekkili almayı reddediyor.
9.8.
Darbeyi cemaatle irtibatlı askerler yapmış olsaydı veya önemli sayıdaki
cemaatçi asker darbeye katılım sağlasaydı şunlar olurdu:
·
Erdoğan, Gülen’in darbeyi araştırmak
için uluslararası komisyon kurulması talebini kabul eder, kurulacak çok uluslu
komisyonda Cemaatçilerin darbeye katkısı ortaya çıkar, komisyon raporu
yayınlandığında başka hiçbir şeye gerek kalmadan Cemaat tüm dünyada terör
örgütü ilan edilir ve faaliyetleri sona ererdi.
·
Erdoğan TBMM Darbe Araştırma
Komisyonu’nu darbe teşebbüsünden 4 ay sonra değil 15 Temmuzdan hemen sonra
toplar, Akar ve Fidan’ı Komisyondan kaçırmaz, tutuklananlar başta olmak üzere
binlerce subayı bu komisyonda dinletir ve bunları canlı yayında tüm dünyaya
izleterek ‘Cemaat darbesi’ konusunda herkesi ikna ederdi.
10- Cemaat Mensubu Kaç Sivil Darbeye Katıldı?
10.1.
‘FETÖ Darbesi’ yakıştırması yapanlara 3 soru:
1- Cemaat mensubu veya ‘iltisaklı’ kaç
sivilin darbeye katıldığı iddia ediliyor?
2- Cemaat mensubu veya ‘iltisaklı’ kaç
sivil 15 Temmuz gecesi sahada yakalandı?
3- Darbeyi Cemaat yaptı diyebilmek için
kaç sivilin darbeye katılmış olması gerekir?
Kaç sivilin katılmasını beklerdiniz?
Türkiye’de en az 1 milyon kişinin
cemaatle irtibatlı olduğu öteden beri söylenir ve genel kabul görür. Önce şu
sorunun cevabını bulmalıyız; bu 1 milyon Cemaat mensubunun kaçı darbeye
katılmışsa bunu toplu katılım, kaçı katılmışsa bireysel katılım sayabiliriz?
Darbenin arkasında cemaat vardı yani
Cemaat darbeye katıldı diyebilmek için, en azından 1 milyonluk kitlenin onda
birinin yani 100 bin insanın fiilen darbeye katılmış olması gerekirdi diye
düşünüyorum. Çünkü darbe gibi bir suç için harekete geçen bir kişi veya grup
için bunun dönüşü yoktur. Başarısız olunduğunda, başta özgürlük, onur ve
dostlar olmak üzere sahip olunan her şey kaybedilir. Cemaat açısından
baktığınızda da başarısızlık durumunda kaybedilecek şeylerin sınırı yoktur.
Dolayısıyla Cemaat darbe yapacak olsaydı (!) sonuç almak için önemli sayıdaki
bir insan gücünü bu işe sevk ederdi.
Esasında, 15 Temmuz darbesini Cemaat
yapsaydı ve başarılı olsaydı bugün karşılaştığı sıkıntılardan kat kat
fazlasıyla karşılaşır, tüm dünyada terör örgütü ilan edilerek faaliyetlerine
son verilir, işlenen bu suç nedeniyle haklı bir inanç etrafında kenetlenmiş
kendi insan kitlesini de kaybederdi. Yani ister başarılı ister başarısız olsun,
darbeye kalkışmak veya iştirak etmek Cemaat açısından intihara kalkışmakla
eşdeğerdir. Bu konuyu başka bir yazıda analiz ettiğim için oraya havale
ediyorum.
10.2.
Cemaat, darbeye destek verseydi buna ilişkin somut veriler ortalığa saçılırdı
Sivil hayattaki cemaat mensupları
genelde çevresi tarafından bilinir ve tanınır. Cemaatin okullarında veya diğer
kurumlarında çalışanlar zaten bellidir. Ayrıca son birkaç yıl öncesine kadar
Cemaat’in temel hedefi daha çok insana ulaşmak idi. İnsanlar da açıktan
cemaatin sohbetlerine veya faaliyetlerini davet edilir, dileyenler gelir ve kim
var kim yok görürlerdi.
Cemaat mensupları 15 Temmuz’da darbeye
destek için sokağa inmiş olsalardı bu durum mutlaka, sonradan didik didik
edilen kamera görüntülerine yansır ve isim isim deşifre edilirlerdi. Aynı
şekilde cemaat mensuplarının sosyal medyada paylaşacakları onbinlerce darbeye
destek mesajı ve özellikle de işler sarpa sarmaya başlayınca panik halinde
yapılan telefon konuşmalarına ait kayıtlar ortalığa dökülürdü. Bugün böyle
şeyleri görmüyor veya duymuyorsak bunlar olmadığı içindir. Aksi olsaydı, saray
medyası her gün bunları manşetten verirdi. ‘
Cemaate bağlı x okulunun müdürü ve 7
öğretmeni 15 Temmuz gecesi askerlere karşı koyan sivilleri ikna edip
uzaklaştırmaya çalıştı, o anlar amatör kamera tarafından kaydedildi’ şeklindeki
haberler artık sıradan hale gelirdi.
10.3.
Cemaatçi olduğu ve darbe gecesi sahada yakalandığı iddia edilen sivil kişi
sayısı kaç?
Darbeyi ‘FETÖ’ yaptı diyenlerin
‘Cemaatten şu sayıdaki sivil darbeye katıldı’ şeklinde bir iddiaları yok. Bu
konuda tahmini de olsa bir rakam telaffuz etmiyorlar. Sarayın pespaye medyası
Cemaate bağlı sivillerin darbedeki rolü şeklinde bir konu açtığında da genelde
Osman Özsoy’un 2016 Haziranında yaptığı konuşma, Tuncay Opçin’in darbeden 1 yıl
önce attığı ve Necip Fazıl’ın şiirinden yaptığı bir alıntı, Emre Uslu’nun 2016
Temmuz ayında Türkiye’ye gelme planı, 15 Temmuz’dan 9 ay önce gösterilen Zaman
reklamında bir bebeğin doğuşu (sübliminal mesajmış !) gibi zorlama ve çarpıtma
örnekleri kullanarak algı operasyonu yapmaktadır.
Peki somu rakamlar neyi
gösteriyor? Bu konuda, iddia edilen kişi sayısı bile o kadar az ki bunlar
ismen biliniyor: Adil Öksüz, Akıncı üssündeki 4 sivil, TRT binasındaki 3 sivil
ve biri tankın içinden çıkan 3 eski emniyetçi. Toplam 11 kişi. Yani darbenin ‘sahada
yakalanan Cemaatçi sivil ayağı’ olduğu iddia edilen kişi sayısı sadece 11.
Ayrıca bu kişilerin Cemaatle ne zamana kadar ve ne seviyede bağlantılı
olduklarını da bilmiyoruz. Cemaat içine sızmış kişiler olabilecekleri gibi
zaafları kullanılarak veya çeşitli yöntemlerle ele geçirilmiş kişiler de
olabilirler.
İstisnai sayılamayacak kadar bile az
olan 11 kişilik bu katılımı daha iyi anlamak için yukarıda 3 nolu bölümde
yer alan Adil Öksüz’le ilgili veri ve analizleri okuyunuz lütfen.
10.4.
Cemaat mensuplarının darbeye bireysel katılması ne anlama gelir?
Ayrıca ‘darbeye bireysel katılım’ın ne
anlama geldiğine de bakmak gerekiyor. Cemaatçi siviller açısından bakarsak bu,
cemaat hiyerarşisi içinden gelen bir talep olmaksızın, içinde
bulundukları şartlar ve duydukları öfke nedeniyle bazı kişilerin
kendiliklerinden harekete geçip darbeye destek olmaları anlamına gelir. Burada
cemaate aidiyet parantezi kullanıldığı için belli oranda özdeş insanların belli
bir psikoloji altında ve bağımsız olarak hareket etmeleri ve bunun belli bir
sayıya ulaşmış olması gerekir. 1 milyonu aşkın bir insan kitlesinden
bahsediyorsanız 5-10 kişiye bakıp ‘cemaatten bireysel katılım oldu’
diyemezsiniz.
11. Erdoğan 15 Temmuz gecesi hangi delile veya bilgiye
istinaden fail ‘Paralel Yapı’ dedi?
Erdoğan saat 00:25’te telefonla CNN
Türk’e yaptığı ilk bağlantıda fail paralel yapı dedi. Bu
bilgiyi nereden aldığını açıklamadı.
Bir devlet başkanının yüzbinlerce kişiyi
etkileyen böyle ciddi bir isnatta bulunabilmesi için o an itibariyle bazı kesin
bilgileri edinmiş olması gerekir. Mesela komuta kademesindeki ‘FETÖCÜ’
lerin kimler olduğu(veya en azından kaç kişi olduğu), Gülen’in darbe talimatını
hangi yolla verdiği (!), bu talimatta ne dediği vb.
Kaldı ki o saatte Hulusi Akar’ın nerede
olduğu dahi bilinmiyor (veya öyle zannediyoruz) dolayısıyla en büyük delil!
olan Akar’ın ifadesi henüz ortaya çıkmamış, itirafçı! subay ifadeleri de henüz
yok. Erdoğan, kesin bilgiler olmaksızın böyle bir suçlamada bulunmuşsa
iftira atmış olmaz mı?
Aradan yıllar geçmesine rağmen darbenin
komuta kademesi belirlenememişken veya Gülen’in talimat verdiğine ilişkin bir
tespit yok iken darbe gecesi bunların bilindiği zaten düşünülemez. Bu durum
Erdoğan’ın o gece önceden hazırlanan bir kurgu çerçevesinde konuştuğu
düşünülür.
17 Aralıktan sonra Erdoğan’a Zarrab
sorulduğunda, onca delile rağmen ‘Mecelle de bir kural var, suçluluğu
ispatlanıncaya kadar herkes masumdur’ demişti. Aşağıdaki videoyu
izleyebilirsiniz.
Ama konu Cemaat olunca Erdoğan 6 yıldır
delilsiz ve mesnetsiz yargısız infazlar yapmaya devam ediyor. Sümeyye
Erdoğan’a suikast yalanı, Kabataş yalanı, camide içki içtiler yalanı, Urla
villaları 30 yıl önce yapıldı yalanı, Öcalan’la görüşen şerefsizdir yalanı gibi
aksi ispatlanmış onlarca yalan da Erdoğan tarafından ortaya atıldı veya
savunuldu. Bu kadar çok yalan ve iftiraya başvuran birinin darbe
konusundaki iddialarına inanmak mantıklı mı ?
Aralarında husumet olan kişilerin
beyanları mahkemelerde kolay kolay hükme esas alınmaz. Hasımların birbirleri
hakkında yalan söyleme ihtimali çok yüksek olduğundan başka kuvetli delillerin
varlığı aranır. Erdoğan’ın cemaate olan husumetine rağmen darbe gecesi sadece
onun sözüyle cemaatin bir terör örgütü ilan edilmesi tutarlı mı?
12. Darbe tiyatro muydu? Eğer darbe tiyatroysa,
darbeci komutanlar, Erdoğan daha fazla güçlensin diye mi kendilerini feda
ettiler?
Bu darbenin iki yüzü var. İlk ve görünen
yüzünde katliam yapacak kadar vicdanını kaybetmiş bir avuç rütbeli asker var.
Darbe teşebbüsü ağırlaştırılmış müebbet hapsi gerektiren çok ciddi bir suç
olduğundan hiç bir asker başarısız olacağını düşündüğü bir teşebbüste yer
almaz. Erdoğan’ı güçlendirmek için hazırlanan bir darbe tiyatrosunda oynayacak
figüran asker bulamazsınız. Sonuçta sayıları bir avuç da olsa darbecilerin
niyetleri ülke yönetimine el koymaktı. Darbenin dışa vuran yüzü tiyatro
değildi.
Peki o halde o subaylar neden darbeye
teşebbüs etti? Çünkü Hulusi Akar’ın ve komuta kademesinin darbenin başında
olduğunu zannediyorlardı. Akar son aylarda ordu içinde buna ilişkin birçok
sahte sinyal vererek Erdoğan’ı doğrudan eleştirmişti.Akar gibi MİT de aylar
öncesinde bu teşebbüsten haberdardı ve darbecilerin açığa çıkması için alttan
alta kaşıyorlardı.
Bu yaklaşım, yani “darbeciler ortaya
çıksın başlarını ezelim” düşüncesiyle aktif bekleyiş içinde olmak ilk bakışta
makul gibi durabilir. Komuta kademesinin içinde yer almadığı ve destekten
yoksun 3 bin kişisi er ve öğrenciden oluşan 8 bin kişilik bir gücün yaklaşık
850 bin kişilik TSK ve Polis gücü karşısında bir şansı olmayacağından 1-2
saatte işleri bitirilebilirdi.
Ama öyle yapılmadı, darbecilerin sokağa
çıkması beklendi ve ilk etapta üzerlerine polis ve asker değil silahsız halk
gönderildi. Bu şekilde binlerce sivil zayiatı gelmesini istiyorlardı. Böylece
olayı halka mal ederek, OHAL kapsamındaki hukuksuzluklar ve tek adam rejimine
geçiş için sınırsız destek alacaklardı.
Nitekim öyle de oldu. “O gece millet
devleti sokaktan topladı” gibi sözlerle halka gaz verildi. Ama gerçekte halk
sokağa çıkmasa da 8 bin kişilik bir güç yol kapama, 3-5 kanalı basma gibi
anlamsız işler dışında bir şey yapamayacak ve kısa süre içinde polis ve askere
teslim olacaklardı.
Darbenin gözden kaçırılan ve ısrarla
gizlenen ikinci yüzünde ise bunun devlet tarafından çok önceden haber alınmış
olması ve yapılması için zemin hazırlanmış olmasıdır. Bunun daha iyi
anlaşılması için tarihi bir olayı örnek vereceğim:
13. Cezaların şahsiliği ilkesi gereğince,
suçları ispatlanırsa, sadece darbeyle irtibatlı kişilerin
cezalandırılması gerekmez mi? Yapılanların hukukta veya İslam Hukukunda yeri
var mı?
Farzedelim ki darbeye karışan askerler
arasında Cemaatle bir şekilde irtibatlı olanlar olsun. Suçları ispatlanırsa
cezaların şahsiliği ilkesi gereğince sadece o kişilerin cezalandırılması
gerekirken cemaatle ilişkilendirilen yüz binlerce kişinin tutuklanması ve işsiz
bırakılması hukukla veya dinle bağdaşır mı?
Fehmi Koru, bir yazısında İslami
kaynaklara da atıf yaparak Cemaate yapılan zulmün İslam’la bağdaşıp
bağdaşmadığını incelemiş. Koru yazıyı, darbeyi Cemaatin yaptığı ön kabulüyle
hazırlamış ve ‘FETÖ’ ifadesine yer vermiş. Ancak, (dayanaksız) bu ön kabule
rağmen bu şekilde toplu cezalandırmanın modern hukukta da İslam hukukunda da
yeri olmadığı sonucuna varmış.
Yazının bir bölümünü aşağıya
alıntıladım:
‘Hukuk eğitimi almış genç dostum, sonunda,
“Acaba İslâm hukuku hocalarına danışarak bu yolda bir fetva almış olmasınlar?”
sorusunu biraz da çekinerek ortaya attı.
İslâm hukuku hocaları? Fetva?
Merakım gıdıklandı.
15 Temmuz sonrasında meydana gelen, en az
1 milyon insanın dolaylı, 100 bin kişinin ise doğrudan etkilendiği… Gözaltına almalar
ve tutuklamalar… İşten çıkarmalar… Geçmiş hizmetleri yakmalar… Mallara mülklere
el koymalar… gibi tasarrufları konuşuyorduk.
Uygulamalara bakarsak
Genç dostum, “Bunların çoğu ‘tabii hukuk’
kuramına aykırı, bizim sistemimize de uymayan uygulamalar” dedi ve ‘habeas
corpus’ gibi, ‘suçu sabit olana kadar suçsuzluk’ gibi,‘mülkiyetin kutsallığı’
gibi Roma Hukuku’ndan Batı’ya, oradan da bize geçmiş kavramları hatırlattı…
Söz “Acaba İslâm hukuku mu? Ne bileyim,
belki İslâm’da devlet başkanına ve devlete silâhla karşı çıkanlara böyle
cezalar öngörülüyor olabilir” noktasına böyle geldi.
Kendisine, ‘Beraat-ı zimmet asıldır’ diyen
Mecelle kuralını bildiğim için, derhal “Olamaz”dedim.’
…..
Yazının devamında Ömer Nasuhi Bilmen gibi
kaynaklarda ‘isyan’ suçunun İslam Hukukundaki düzenleniş şeklini inceleyen
Koru, yazının sonunda kendi görüşünü şöyle ifade ediyor:
‘Benim vardığım sonuç: Hayır,
uygulamaların İslâm Hukuku ile veya fetvalarla bir ilgisi yok…’
http://fehmikoru.com/yapilanlar-islam-hukukuna-uygun-mu/
14. Cemaat Neden Darbe Yapmaz? 3 Cevap
1-Cemaat, sadece 80 milyonluk
Türkiyeli’ye değil 6 milyarlık dünya insanına ulaşmayı hedeflemektedir. Askeri
darbe ve ona eşlik eden cinayetler ve insan hakkı ihlalleri tüm devletlerde suç
olduğundan, Cemaatin darbe gibi bir yola tevessül etmesi (başarılı olsun veya
olmasın) onun tüm dünyada terör örgütü olarak kabul edilmesine, malvarlığının
dondurulmasına, mensuplarının tutuklanmasına veya sınırdışı edilmesine neden
olurdu. Bu gerçeği bilerek darbeye teşebbüs veya iştirak etmek, cemaat
açısından intihara teşebbüs etmekten farksız olurdu.
2- Cemaat, darbe yapsa ve hükümeti
devirse ne kazanırdı? En başta hükümete oy vermiş %50 başta olmak üzere
toplumun büyük çoğunluğunun nefretini. Haklı gerekçesi olmayacağı için
tolare edilmesi mümkün olmayan bu nefretin, sermayesi insan olan ve o sermayeyi
de büyük oranda kendi ülkesinden elde eden bir yapı olarak Cemaatin sonunu
getireceği açıktır.
3- Çağdaş değerlere inanan ve vicdan
taşıyan hiç kimsenin savunamayacağı darbe gibi bir hukuksuzluk Cemaatin kendi
çekirdek tabanını dahi kaybetmesine neden olurdu. Zira cemaat dünya üzerinde
eğitim seviyesi en yüksek olan insani hareket olarak görülmektedir.
Mensuplarının önemli bir kısmı üniversite mezunudur ve yabancı dil bilenlerin
sayısı oldukça fazladır. Dünyayla, bilimle, batı kültürüyle bu kadar
entegre olmuş bu insanları ikna etmek için makul argümanlar ortaya koymanız
gerekir, yalan söyleyerek veya cinayetleri savunarak bu insanları bir arada
tutamazsınız.
Yaklaşık 6 yıldır süregelen hukuksuz
baskılara ve işkence seviyesine varan ağır zulümlere göğüs geren bu insanları
bir arada tutan şey de zaten inançları ve doğruluğuna emin oldukları manevi
değerlerdi. Binadaki tuğlaları birbirine kenetleyen harç misali bu değerler
olmasaydı, maruz kalınan en ufak bir tazyik, büyük kopuşlara ve dağılmalara
neden olurdu.
Yorumlar